Son 3-4 yazının Değerlendirmesi
Edgerton'ın "Sick Societies" yani Hasta toplumlar kitabının ayrıntılı özetini yapmaya devam ediyorum. Bu özeti yaparken de bir çok yerde kendi görüşlerimi de aktarıyorum. Anlamaya ve öğrenmeye çalışıyorum. Bu kitap antropolojinin temel sorunlarından birkaç tanesini ele alıyor. Kültürel görelilik ve insanın evrensel özellikleri konusunu ve evrimsel olarak adaptasyonun nasıl ele alınması gerektiğini inceliyor. Bazı adaptif olması gereken şeylerin kökenleri, sebepleri, varlığının nelere mal olduğunu tartışıyor.
Bütün bunları okurken bazen içime sinmeyen şeyler olduğunu görüyorum. İçime sinmeyen bu şeyleri anlamak için kendimi zorluyorum. Şu ana kadar bu kitapta ile ilgili 16 yazı yazmışım. Bu yazdıklarım içinde özellikle son 3-4 yazıdır takıldığım yerler çoğaldı.Son 3-4 yazıda kafama takılan soruları topluca ele alan bir yazıyla kafa karışıklığımı derli toplu olarak görmek istiyorum.
Özellikle eşitsizlik, yönetilmeye nasıl rıza gösterdiğimiz, avcı toplayıcılıktan yerleşik hayata geçişimiz, bir uygulamanın maladaptif olmasına rağmen nasıl binlerce yıl devam ettiği, irrasyonelliğin hayata tutunmamızla olan ilişkisi gibi konularını dert edindiğimi görüyorum. Bunlar hakkında sorular sordum, fikirler ürettim. Önce sorularımı listeleyeyim:
Eşitsizlik insan doğasının bir parçası mı?
Eşitsizlik bir maladaptasyon mudur?
Eğer eşitsizlilk bizim doğamızda varsa ve aynı zamanda bu bir maladaptasyonsa bu durumda doğamız da maladaptifliğe uygun şekilde gelişmiş diyebilir miyiz?
Eşitsizlik, maladaptif uygulamaların gelişmesine zemin hazırlıyorsa, insan doğasının bir sonucu olan bu uygulamalar da aslında doğal değil midir?
Bir toplum için maladaptif olan bir uygulama, tüm insanlık için de maladaptif midir? O toplum için maladaptif olan şeyler diğer toplumlar için faydalı olabilir mi?
Maladaptif uygulamalar, total olarak insanlığın evrimi için faydalı mı? Örneğin, zararlı özelliklere sahip toplumların soyunun devam etmemesi bu bağlamda bir denge yaratıyor mu? Aslında bu da bir çeşit seçilim olabilir mi?
Bir uygulamanın maladaptif olup olmadığını önceden bilmek mümkün mü? Yani maladaptif dediğimiz şeyler henüz yaşanmadan yada uygulamaya geçirilmeden önce bu tür şeylerin maladaptif olacağı kestirilebilir mi?
Maladaptif diye nitelendirdiğimiz şeylere bu sıfatı bizler dışarıdan gözlemleyerek yüklemiyor muyuz?
Bir şeye maladaptif diyebilmemiz için onu maladaptif olmayan şeylerle kıyaslamamız gerekmiyor mu? Yani alternatifi olamayan bir şeye maladaptif diyebilir miyiz? Bir şeye maladaptif diyebilmemiz için onun diğer muhtemel şeyler arasından maladaptif olan olduğunu söylememiz gerekmez mi?
Bugün hala hayatta olduğumuza göre geçmişteki maladaptif uygulamalar ne anlama geliyor? Bu durum geçmişte bütün maladaptif uygulamalara rağmen atalarımız arasından bir şekilde sıyrılabilenlerin torunları olduğumuz anlamına mı geliyor?
Yönetenlerin neden yönetmek istedikleri açık, ancak yönetilenler neden yada nasıl yönetilmeye rıza gösteriyorlar?
İnsanlar neden gerçek eşitsizliği görmezden gelerek, eşitlik ideali peşinde koşmayı tercih ediyorlar? Yani aslında insanlığın normali eşitlik değil eşitsizlik. Bu gerçekliği olduğu gibi görmek yerine sanki böyleymiş gibi davranmamızın arkasında ne var?
İçinde yaşadığımız toplumsal düzen az kişinin yönettiği, çok kişinin yönetildiği bir düzen. Ve insanlık tarihi boyunca da böyle olmuş. İnsanların büyük çoğunluğunun yönetilmeye uygun özelliklerle doğduğunu kabul edersek, bu gerçeği ifade ettiğimizde neden ırkçılık yapmış oluyoruz. Bu durum neden kibir ya da elitizm olarak görülüyor? durumun gerçekliğini bu şekilde görüp, kabul edip, ona göre stratejiler, politikalar geliştirmek daha makul değil mi? Böylece boşa kürek çekmekten de kurtulmuş olmaz mıyız?
Avcı-toplayıcı yaşam tarzı mı, tarım ve yerleşik yaşam mı daha iyiydi? Bu karşılaştırmayı hangi kriterlere göre yapmalıyız?
Bugün maladaptif olduğunu bildiğimiz ve binlerce yıldır devam eden uygulamalar neler?
Bir zamanlar adaptif olan bir uygulama, şartlar değiştiğinde neden maladaptif hale gelir? Yoksa en başından beri hep mi maladaptifti? En başından beri maladaptifse buna gerçekten maladaptif demek ne derece doğru?
Bugün maladaptif dediğimiz ve binlerce yıldır devam eden bir uygulamaya gerçekten maladaptif diyebilir miyiz?
Maladaptif uygulamalar zararlı olduğu halde neden ortadan kalkmamıştır? Görünüşte zararlı olan bu uygulamaların faydası olabilir mi?
İnsanlar irrasyonel olmalarına rağmen mi hayatta kalıyor, yoksa irrasyonellik sayesinde mi?
İnsanlar geçmişten gelen toplumsal ve kültürel yükleriyle birlikte yaşamak zorunda olduğu bir hayatta gerçekten rasyonel bir varlık olarak tanımlanabilir mi?
Yaşamak dediğimiz şey, insanların hayatta kalmaya çalıştığı bu kaotik süreçten mi ibaret?
İşte son zamanlarda okuduklarımın bana sordurttuğu şeyler bunlar. eksiği var fazlası yok. Bazılarını önceki yazılarımı tarayıp çıkarttım, bazılarını ise buraya aktarırken sordum. Ama üç aşağı beş yukarı kafa karışıklığımı ortaya döken sorular.
Şimdi bu sorulara nasıl cevaplar verebilirim ona bakayım. Önce eşitsizlik…
Eşitsizlik ve İnsan Doğası
Eşitsizlik, yalnızca insan topluluklarına özgü değil, biyolojik dünyada yaygın bir olgu. Pek çok hayvan türünde hiyerarşik düzenler veya işbölümü olduğunu biliyoruz. Hepimizin bildiği hiyerarşiye sahip hayvanlara birkaç örnek verelim:
Aslan sürülerinde, birden fazla dişi bir grup oluşturur ve erkek aslanlar hiyerarşik bir düzen içinde grubu korur. Erkekler arasındaki güç mücadeleleri, liderliği belirler.
Kurt sürülerinde bir "alfa çifti" sürünün liderliğini üstlenir. Hiyerarşi, avlanma ve üreme gibi konularda önemli rol oynar.
Maymunlar (Özellikle Şempanzeler ve Babunlar), bireyler arasında güç mücadeleleri, liderlik ve sosyal bağların kurulması yoluyla hiyerarşik bir yapı oluşur.
Fillerde dişi lider (matriark) genellikle grubun en tecrübeli bireyidir ve karar verme sürecinde ön plandadır.
Tavuklar arasında "gagalama düzeni" adı verilen bir hiyerarşi bulunur. Bu düzen, bireylerin yemek yeme veya barınma önceliklerini belirler.
Bir de işbölümü yapan hayvanlar var:
Karıncalar, işçi, asker ve kraliçe olmak üzere kastlara ayrılır. Her birey topluluğun ihtiyaçlarına göre farklı görevler üstlenir.
Arı kolonilerinde kraliçe, işçi ve erkek arılar olmak üzere net bir işbölümü vardır. İşçi arılar koloniyi beslerken kraliçe üremeyle ilgilenir.
Termit kolonilerinde de kraliçe, işçi ve asker gibi kast sistemi bulunur. Termitlerin işbölümü, yuva inşası ve savunmayı kapsar.
Bu kemirgenlerde, arı kolonilerine benzer bir sosyal yapı vardır. Bir kraliçe birey ve işçi fareler arasında işbölümü görülür.
Şimdi burada neden bazı hayvanlar grup halinde yaşıyor diye tartışmayacağım. Bir şekilde bazı sebeplerden dolayı insan olarak bizler de topluluk halinde yaşayarak hayatta kalabileceğimizi görmüşüz ve bir şekilde sosyal bir canlı türü olarak evrimleşmişiz. Bir kere bu yola girince de bazı kaçınılmaz şeyleri de yaşamak zorunda kalmışız. Bunlar arasında işbölümü yapmak ve hiyerarşik bir düzen oluşturmak da var. Aslında insanların eşitsiz olması kaçınılmaz olarak yaşanan bir durum.
Grup halinde yaşayan 50 kişilik bir grubun hepsi aynı zeka seviyesine sahip değil, yada aynı mizaç özelliklerine. Bu grup içinde birileri daha zeki, daha saldırgan, daha güçlü, daha iş bitirici, daha analitik vb. Doğal olarak bu grubun hayatta kalabilmesi için yapılması gereken şeyler organize edilmezse yani her bir birey herşeyi yapmaya kalkarsa bu hem enerji israfı olur hem de verimsiz olur. Yani farklı özelliklere sahip farklı bireyler bir süre sonra yeteneklerine göre, yapabildiklerine göre sıralanacaklar. Bunlardan bazıları doğuştan daha üstün özelliklere sahip olacaklar. Hatta bu üstün özelliklerin içine daha sonraları babasının annesinin kim olduğu da girecek. Yani doğan çocuk kendisi üstün özelliklere sahip olmasa da sırf o ailenin bir üyesi olduğu için üstün kabul edilecek. Bunları biliyoruz. Kritik soru bence şu: neden yerleşik hayata geçtikten sonra hiyerarşik bir toplum olduk diye düşünüyoruz. Neden mülkiyetle birlikte eşitsizlik ortaya çıktı diye düşünüyoruz. Bu tamamen insanın gerçekliğinde uzak bir bakış. Bu bakış, bizim milyon yıllık evrimimizi yok saymaktır. Yani mucizevi şekilde aslında bizler eşitlikçi bir doğaya sahiptik ve 10-15 bin yıl önce tarımı keşfettik, hayvanları evcilleştirdik diye bir anda eşitsiz olmaya, hiyerarşik düzenler kurmaya karar verdik öyle mi? Bu boş bakışlardan bir an önce uzaklaşıp gerçeklik üzerine kurulalım ve devam edelim.
İnsan doğadaki birçok canlı gibi eşitsizlik üzerine kurulu bir doğaya sahip canlıdır ve hiyerarşik düzen bizin hayatta kalmamız için ürettiğimiz bir çözümdür. Doğrudur yada yanlıştır demiyorum. Ama gerçek olan bu.
Eşitsizlik ve Maladaptasyon
Eşitsiz bir toplumsal düzen maladaptif midir? Eşitsiz bir toplumun üyelerinin bir kısmının mutsuz olacağı kesin. hatta büyük bir kısmının. Çünkü kimse bu dünyaya bir azınlık tarafından sömürülmek için gelmez. Ama hayatta kalmanın bedeli eşitsiz muamele ise buna bile göğüs geriyoruz. Hayatta kalma içgüdüsü diğer bir çok başka şeyin üstünde olduğu için bu dünyada eşitsiz şekilde yaşamayı bile göze alabiliyoruz.
Eşitsizi ama buna da çareler bulmuşuz. Eğer gerçekliği değiştiremiyorsan gerçekliği manipüle edebilirsin. Bu da eşitsiz, adaletsiz, acımasız olabilir ama öldükten sonra gideceğimiz yerde bolluk var, eşitlik var, seks var, dinlenme var… Olayı çözmüşüz. Yani bu dünyayı değiştiremeyeceğimizi biliyoruz ama bu saçmalıkla baş etmek için herşeyi yapabiliriz. Kendimizi kandırmaktan kolay ne var? Zaten tüm hayatımız boyunca bunu yapmıyor muyuz?
Tekrar baştaki soruya gelirsek. Eşitsizlik maladatifliğin sebebi midir, sonucu mudur yada aralarında ilişki yok mudur? İnsanın doğasının bir parçası olan şeye maladaptif denilebilir mi?
Maladaptif ne demek? Bu kitap boyunca tüm maladaptasyon geçen yerleri şöyle bir toparlayınca ne görüyoruz? Maladaptasyon ve maladaptif dediğimizde ne anlamalıyız önce onu bir görelim sonra eşitsizlik ve maladaptasyon ilişkisini incelemeye devam edelim.
Maladaptasyon yada benim tercih ettiğim şekliyle Sağlıksız Uyum nedir? Bir bireyin, grubun ya da toplumun çevresel, sosyal veya kültürel koşullara uyum sağlayamaması ya da bu koşullara zararlı bir uyum sergilemesi durumudur. Maladaptasyon, hem biyolojik hem de sosyal düzeyde ortaya çıkabilir ve bu sağlıksız uyum, bireyin ya da toplumun fiziksel ve zihinsel sağlığına zarar vererek refahını tehlikeye atabilir. Edgerton bu kitapta toplumların ve bireylerin sağlıksız uyumunun aşağıdaki nedenlere dayanabileceğini öne sürüyor:
Toplumsal hiyerarşiler ve eşitsizlikler, belirli grupların ihtiyaçlarının diğerlerinin zararına hizmet etmesine yol açabilir diyor.
Sosyal ya da doğal çevredeki ani değişimlere uyum sağlayamamaktan bahsediyor.
Genetik varyasyonlar ya da bireyin biyolojik özellikleri, maladaptasyona yol açabilir diyor.
İnsanların irrasyonel inançlara veya pratiklere bağlı kalarak zararlı sonuçlara yol açmasından bahsediyor.
Eski ya da güncelliğini yitirmiş kültürel pratiklerin topluma zarar vermeye devam edeceğini söylüyor.
Maladaptif yada Sağlıksız Uyumlu deyince ne anlamalıyız? Bir davranış, inanış veya uygulamanın, bireyin ya da toplumun uzun vadeli hayatta kalmasını, refahını ya da uyumunu tehlikeye atan nitelikler taşımasıdır. Maladaptif uygulamalar genellikle:
Çevresel değişimlere yanıt veremez.
Bireyler arasında güvensizlik, korku ya da düşmanlık yaratır.
Toplumsal dayanışmayı ve topluluk işleyişini zayıflatır.
Edgerton Maladaptasyonu anlattığı başlık altında Maladaptasyonun, farklı düzeylerde ele alınabileceğini söylemişti. Bunların küçükten büyüğe doğru sıralamıştı:
Bir bireyin belirli genetik özellikleri, sağlıksız uyum yaratabilir.
Kişisel davranış veya inançlar bireyin fiziksel ya da zihinsel sağlığını bozabilir.
Aile ya da akraba düzeyinde fedakârlığın veya iş birliğinin eksikliği.
Grup içi çatışmaların iş birliğini engellemesi.
Yaş, cinsiyet, sınıf gibi ayrımlardan kaynaklanan eşitsizlikler.
Kültürel uygulamaların toplumun işleyişine zarar vermesi.
İnsanlığın genel hayatta kalma ve refahını tehdit eden uygulamalar.
Maladaptasyonun temel göstergelerinden biri, toplumsal memnuniyetsizliktir. İnsanlar, yaşadıkları koşullardan ya da kültürel uygulamalardan hoşnutsuzluk duyduklarında, bu durum ilgisizlik, yabancılaşma, protesto ve hatta isyan gibi şekillerde ortaya çıkabilir. Uzun vadede, maladaptif inanç ve uygulamalar toplumların bütünlüğünü zayıflatabilir ve hayatta kalma şanslarını tehlikeye atabilir.
Şimdi Edgertondan yaptığım bu kısa özetten edindiğimiz bilgilerle eşitsizliğin neden maladaptasyon olmadığını düşündüğümü anlatmaya çalışacağım. Yukarıdaki özette bazı yerlerin altını çizdim.
Edgerton çevresel, sosyal veya kültürel koşullara uyum sağlayamamaktan bahsediyor. Ben hiyerarşi ve eşitsizliğin bırak uyum sağlayamamayı insanın doğasının bir parçası olduğunu düşünüyorum. Az önce eşitsizliği anlatırken bunu söylemiştim. Tam tersi biz eşitsizliğe maksimum düzeyde uyum sağlamış bir türüz. Bu sayede köleliği de kabul etmişiz, insanın kurban edilmesini de. Bu yüzden binlerce yıl boyunca adına kral, padişah, lord, dük, ağa, şeyh denilen kişiler milyonlarca insanı yönetmiş ve hala yönetmeye devam ediyorlar.
Edgerton, Toplumsal hiyerarşiler ve eşitsizlikler, belirli grupların ihtiyaçlarının diğerlerinin zararına hizmet etmesine yol açabilir diyor. Evet açabilir, açıyor da ama insanların çok büyük bir kısmı bunun üstesinden gelmek için bir çözüm üretmiş durumdalar. Bu çözümün adına “din” diyoruz. Eğer din işe yaramazsa dini en verimli şekilde kullanan krallıklar diyoruz, feodal düzen diyoruz, imparatorluk diyoruz, şimdilerde ise devlet diyoruz. Eşitsiz bir dünyaya doğuyoruz ve doğduğumuz andan itibaren bunu içselleştirmek için ürettiğimiz her çeşit kurumla eşitsiz olmakla barışık şekilde yaşıyoruz. Marks bu durumu yanlış bilinç olarak adlandırıyor ama bence tamamen yanlış bir bakış açısı. İnsanın normali bu bilinç. Bizler evrimsel olarak eşitsiz olmak üzere şekillenmişiz ve bunda çok çok çok büyük bir nüfus sorun görmeden kabul etmiş şekilde yaşamaya devam ediyor. Dinin bu kadar yaygın olması, dindarlığın bu kadar popüler olması, dini söylemin insanları bu kadar içten yakalamasının arkasında bu eşitsiz durumun insanlar tarafından çok kolay içselleştirilmesi olduğunu görmemiz gerekiyor. Bu yanlış bilinç değil. Bu insanın normal hali.
Edgerton maladaptifi tanımlarken bir yerde ne diyor? Toplumun uzun vadeli hayatta kalmasını, refahını ya da uyumunu tehlikeye atan nitelikler taşıması. Ben de tam olarak maladaptasyona bu noktada karşı çıkıyorum. Binlerce yıldır devam eden ve hala hayatta kalan uygulama ve inançlara nasıl maladaptif diyebiliriz? Bunlar maladaptif değil. Ancak bizim normalimiz olarak adlandırılabilir.
Edgerton Maladaptif uygulamalar için Toplumsal dayanışmayı ve topluluk işleyişini zayıflatır diyor ve Maladaptasyonun temel göstergelerinden biri, toplumsal memnuniyetsizliktir diyor. Ben de diyorum ki insanlar ne kadar memnuniyetsiz olursa olsun yaşamaya devam ediyorlar. Zaten yazılar sırasında Hegel’e gönderme yapmamın sebebi de buydu. Bir şekilde total insanlık olarak bir değişim yaşıyoruz. Yani tüm dünyadaki insanların bir kısmı bir şekilde rezil bir hayat yaşarken bir kısmı daha makul hayatlar yaşıyorlar ve total olarak tüm insanlık olarak bir yöne doğru gidiyoruz. Ulaşacağımız yön belirlenmiş değil ama kesinlikle de bir yere gidiyoruz. Geçmişe bakıyoruz ve günümüzle kıyaslıyoruz ve değişimin yönü olumlu olarak görüyoruz. bu demek oluyor ki geleceğe projeksiyon yaptığımızda daha da olumlu bir noktaya ulaşacağız.
Bizlerin evrimsel geçmişimizi çok iyi bir şekilde irdelememiz gerekiyor. Kendimizi maalesef tanımıyoruz. Kendimizi olduğu gibi görmek yerine önyargılarla yaklaşıyoruz. Binlerce, yüzbinlerce yıl boyunca edindiğimiz özelliklere neden sahip olduğumuzu, ne işe yaradıklarını görmemiz, anlamamız gerekiyor. Ben kendimce sorular sordum ve yine kendimce cevaplamaya çalıştım. Okuduğumu anlamaya çalışıyorum. Anlayamadığım yerde kafamda sorular oluşuyor. Sorulara cevaplar bulamadığımda yola devam etmek de güç oluyor. Şimdilik bu kadar yeter. Bu bir toparlama yazısıydı. Sonraki yazılarda kitaba dönceğim. Bir süre mola vermiş oldum. Artık sınavlar da geçti. Rutinime dönebilirim.
Comments