top of page

Hoşnutsuzluğun İzleri: Kültürel Direniş, Ritüeller ve Toplumsal Değişim

Okunduğu Gibi

Yirmibirinci Yazı

Bölüm 6

Hoşnutsuzluktan İsyana 3. Kısım

6. bölümün son yazısını yazmak üzere başlayalım. Çeşitli toplumlarda bireylerin ve grupların kültürel, sosyal veya siyasi hoşnutsuzluklarına verdikleri tepkileri göreceğiz. Göç, protesto, isyan, hastalık rolü oynama, ruhani sahiplenme ve ritüel başkaldırı gibi yöntemler aracılığıyla bireyler veya topluluklar, otoriteye veya kültürel normlara karşı tepkilerini ifade etmişler. Bu tepkiler, bireysel ve toplumsal değişime yol açmış. Şİmdi metne geçmeden önce kısa bir sözlük hazırlayalım ve devam edelim.

Hoşnutsuzluktan İsyana bölümünde geçen önemli İfadeler 3:

Fırsat ve Kaçış olarak Göç (Migration as Escape and Opportunity): İnsanlar, çatışmalardan, daha iyi geçim kaynaklarına ulaşmak veya feodal baskılardan kurtulmak gibi çeşitli nedenlerle doğup büyüdükleri toplumlardan ayrılabilirler. Bazen de şehirlerin sunduğu olanaklara ulaşmak veya köy hayatının sıkıcılığından kaçmak için göç ederler. Göç, bireylerin veya küçük grupların daha iyi bir yaşam arayışının sonucu olabilirken aynı zamanda, toplumların var olan sorunlarına tepki olarak da görülebilir. Özellikle şehirler, göç edenler için hem bir kaçış noktası hem de yeni fırsatlar sunan yerler haline gelir.

Gençlik ve Kuşak Çatışması (Youth and Generational Conflict): En küçük ve eşitlikçi toplumlarda bile kuşaklar arası çatışma yaşanabilir. Gençler, kültürlerinin dayattığı yeni sınırlamalara karşı çıkabilir ve bazen yetişkinlere karşı bir araya gelebilirler. Bu çatışma, gençlerin toplumsal rolleri benimsemekte zorlanmalarından ve yetişkinlerin kültürel normlarını sorgulamalarından kaynaklanabilir. Ancak çoğu küçük toplumda gençler ergenliğe ulaştıklarında kültüre uyum sağlarlar, yine de bazı toplumlarda sistem ters gidebilir.

Toplumsal Cinsiyet Dinamikleri ve Direniş (Gender Dynamics and Resistance): Kadınlar, kültürel olarak belirlenmiş rollerinden memnun olmayabilirler ve genellikle erkekleri içinde bulundukları durumdan sorumlu tutarlar. Kadınlar, eşlerine karşı sözlü veya fiziksel saldırılar başlatabilirler. Ancak çoğu zaman erkekler fiziksel olarak kadınlara baskın olduklarından, kadınlar genellikle dolaylı olarak direniş gösterirler. Hastalık rolüne bürünme gibi yollarla hayatın zorluklarından geçici olarak kurtulabilirler.

İsyan Ritüelleri (Rituals of Rebellion): Toplumlarda, otoriteye karşı hoşnutsuzluğu ifade etme yolları olarak ritüelleşmiş isyanlar görülebilir. Bu ritüeller, liderleri veya rahipleri alaya alma, cezalandırma veya eleştirme şeklinde gerçekleşebilir. Ritüeller, bazen toplumsal gerilimleri azaltmak için bir yol sağlarken, bazen de toplumsal düzeni yeniden tesis etme amacı taşır. Bu tür ritüeller, toplumların otoriteye karşı tepkilerini kontrol altına almak için geliştirdiği sembolik yollardır.

Ekonomik Eşitsizlikler ve Sosyal Eşkıyalık (Economic Inequities and Social Banditry): Ekonomik eşitsizlikler, toplum içinde çatışma ve sömürüye yol açabilir. Bazı gruplar, diğerlerinin aleyhine kendi çıkarlarını koruma eğiliminde olabilirler. Bu durum, yoksulların zenginlere karşı çıkmasına veya eşkıyalık yapmasına neden olabilir. Ekonomik eşitsizlikler, toplumsal memnuniyetsizliğin ve isyanın önemli nedenlerinden biridir. Güçlüler kendi çıkarlarını korurken, zayıflar bu duruma tepki gösterebilirler.

Siyasi Muhalefet ve Liderlik Başarısızlıkları (Political Dissent and Leadership Failures): Halk, yöneticilerinin bencilliğinden ve beceriksizliğinden dolayı hoşnutsuz olabilir. Liderlik başarısızlıkları, isyanlara ve hatta suikastlere yol açabilir. Siyasi muhalefet, toplumun mevcut düzenine karşı duyulan rahatsızlığın bir ifadesidir. Toplumlar, yöneticilerinin kötü yönetimi ve adaletsiz uygulamaları karşısında isyan edebilirler. Bazı isyanlar önemli siyasi değişikliklere yol açabilir.

Kültürel Kısıtlamalar ve İnsan İhtiyaçları (Cultural Constraints vs. Human Needs):  İnsanların biyolojik olarak sahip olduğu ihtiyaçlar ve kültürel olarak dayatılan kurallar arasında bir çatışma olabilir. Toplumlar, bireylerin bazı ihtiyaçlarını bastırmaya çalışırken, bazılarını da teşvik eder. Örneğin, açgözlülük, öfke, kıskançlık gibi eğilimler toplum tarafından kontrol altına alınmaya çalışılırken, ait olma, iş birliği yapma ve tanınma gibi ihtiyaçlar toplum tarafından karşılanmaya çalışılır. Kültür, insan doğasının bazı yönlerini baskılayabilir, ancak aynı zamanda anlam ve değer de sağlar. Bu denge, toplumların başarısı için kritik öneme sahiptir.

Sembolik ve Açık İsyan (Symbolic vs. Overt Rebellion): İnsanların hoşnutsuzluklarını ifade etme biçimleri farklılık gösterebilir. Sembolik isyan, genellikle ritüeller veya geleneksel davranış biçimlerini alarak, otoriteye karşı dolaylı bir meydan okumayı içerir. Açık isyan ise, daha doğrudan ve fizikseldir, örneğin protestolar, isyanlar veya şiddetli eylemler şeklinde kendini gösterir. Sembolik isyanlar bazen toplumsal gerilimleri azaltmaya yardımcı olabilirken, açık isyanlar daha büyük sosyal değişimlere yol açabilir. Bireyler ve gruplar, memnuniyetsizliklerini ifade etmek için farklı stratejiler kullanırlar.

Toplumsal Cinsiyet ve Gücün Kesişimi (Intersection of Gender and Power): Toplumsal cinsiyet rolleri, güç ilişkilerini önemli ölçüde etkiler. Erkekler genellikle toplumsal hayatta daha fazla güç ve otoriteye sahipken, kadınlar genellikle daha kısıtlı rollerde bulunurlar. Bu durum, eşitsizliklere ve kadınların direnişine yol açabilir. Kadınlar, bazen dolaylı yollarla ve bazen de açık bir şekilde bu güç dengesine karşı çıkarlar. Cinsiyet temelli güç dinamikleri, toplumsal düzenin ve çatışmaların önemli bir bileşenidir.

Tarihte Tekrarlayan Kalıplar (Recurring Patterns in History): İnsanlık tarihi boyunca, benzer olaylar ve sorunlar tekrar tekrar ortaya çıkar. Toplumlar, eşitsizlikler, liderlik başarısızlıkları, ekonomik krizler ve kültürel çatışmalar gibi sorunlarla tekrar tekrar karşı karşıya kalırlar. İnsan doğası, kültürel ve sosyal yapılar bu kalıpların oluşmasında önemli rol oynar. Bu kalıpların incelenmesi, toplumların geçmişten ders almasına ve gelecekteki sorunları daha iyi yönetmesine yardımcı olabilir. Tarih, insanların hem başarılarını hem de başarısızlıklarını gösteren bir aynadır.

Sayfa 149:

“It cannot be estimated how many people who leave the society in which they were born and enculturated did so because that society was not meeting one or more of their needs, but the phenomenal growth of cities throughout the world suggests that this must often have been the case. It is common for people to migrate to cities, expecting to achieve wealth and then return home. 68 Some of these people, like those in the young city of Jos in northern Nigeria, remain there unwillingly, still hoping to return to their native villages, 69 but other people throughout the world have sought out cities to escape some unwanted aspect of village life and have remained in those cities because they preferred to. When a squatter in the squalid slums of Manila was asked whether he would not prefer to be back in his province where he could see coconut trees and rice fields and feel the sea breezes, the man replied, in words that must have been uttered the world over, "But life in the province is dull."70 Whether to escape boredom or for some other reason, untold millions have migrated to cities in search of better lives. 71”

İçinde doğdukları ve kültürlendikleri toplumu terk eden kaç kişinin bunu o toplumun bir ya da daha fazla ihtiyacını karşılamadığı için yaptığını tahmin etmek mümkün değildir, ancak dünya genelinde şehirlerin olağanüstü büyümesi, durumun genellikle böyle olduğunu düşündürmektedir. İnsanların zenginlik elde etme ve sonra evlerine dönme umuduyla şehirlere göç etmesi yaygın bir durumdur.68 Nijerya'nın kuzeyindeki genç Jos kentinde yaşayanlar gibi bu insanlardan bazıları istemeyerek de olsa köylerine dönme umuduyla orada kalmaktadır. 69 Ancak dünyanın dört bir yanındaki diğer insanlar köy yaşamının istenmeyen bazı yönlerinden kaçmak için kentleri tercih etmiş ve tercih ettikleri için de bu kentlerde kalmışlardır. Manila'nın bakımsız gecekondu mahallelerinde yaşayan bir gecekonduluya, hindistan cevizi ağaçlarını ve pirinç tarlalarını görebileceği ve deniz meltemlerini hissedebileceği kendi eyaletine geri dönmeyi tercih edip etmeyeceği sorulduğunda, adam, dünyanın her yerinde söylenmiş olması gereken sözlerle, “Ama eyaletteki hayat sıkıcı” cevabını vermiştir.70 İster can sıkıntısından kaçmak için ister başka bir nedenle olsun, sayısız milyonlar daha iyi bir yaşam arayışıyla şehirlere göç etmiştir. 71

Ben insanların çok büyük bir kısmının içine doğdukları toplumları ve kültürleri yadırgamadıklarını düşünüyorum. Ve aslında bu durumun hayatta kalmamız için gerekli olduğunu bile düşünmeye başladım. Bu sayede istikrarlı bir şekilde toplum olarak kalabiliyoruz. Bu sayede nesiller boyunca kültürümüzü birbirimize aktarıyoruz ve sonraki neslin de hayatta kalmasını garanti ediyoruz. Çünkü bilindik olan bilinmedik olandan daha güvenli. Futbolda olduğu gibi kazanan takımı değiştirmenin ne anlamı var. Yani insanların daha az oranda bir kısmı içine doğduğu toplumdan hoşnutsuz. Çok büyük kısmının çok büyük dertleri olmuyor. En azından durum reelde böyle olmasa bile okuduğumuz tarih bize bunu gösteriyor. Değişim her zaman her yerde olmuyor ve sanırım arkasında benim az önceki tespitim yatıyor.

Edgerton, bireylerin ve grupların kültürel hoşnutsuzluklarını ifade etme yollarını anlatmaya devam ediyor. İnsanlar, kültürlerinden geri çekilerek intihar edebilir, göç edebilir, protesto edebilir ya da isyan edebilir diyor. Çocuklar genellikle kültürel kısıtlamalara karşı çıkar, ancak ergenlik çağında bu kültürel yapıya uyum sağlamayı öğrenirler. Samburu toplumu örneğinde, genç savaşçılar, evliliklerinin geciktirilmesi ve yaşlıların güç ve kadınları üzerindeki hakimiyeti nedeniyle memnuniyetsizliklerini dile getirmiş. Bu durum, istenmeyen sığır baskınları, genç kadınların baştan çıkarılması ve yaşlılara yönelik şiddet tehditleri gibi davranışlara yol açmış. Ancak, yaşlıların gençleri lanetleme gücüne olan inanç, toplumu bir arada tutmuş.

Kadınlar, genellikle daha fazla hoşnutsuzluk yaşamış ve durumlarını erkekleri suçlayarak ifade etmiş. Ancak erkeklerin fiziksel üstünlüğü nedeniyle kadınların protestoları genelde dolaylı yollarla olmuş. Örneğin, Latin Amerika’da kadınlar susto (korku hastalığı) gibi hastalıkları benimseyerek toplumsal yüklerinden geçici bir kaçış sağlamış. Bu durum, fiziksel şiddet ve diğer toplumsal baskılardan uzak durmalarına imkan tanımış. Edgerton, nesiller ve cinsiyetler arası çatışmaların kültürden bağımsız olarak birçok toplumda görüldüğünü vurguluyor.

Edgerton, farklı kültürlerde kadınların erkek egemenliğine ve sosyal baskılara karşı geliştirdiği protesto yöntemlerini anlatmaya devam ediyor. Afrika'da bazı kadınlar, eşlerinin hakimiyetine itiraz etmek için ruhlar tarafından ele geçirilmiş gibi davranarak maddi taleplerde bulunmuş, erkekleri alaya almış ve bazen erkek kıyafetleri giymiş. Bu durum, kadınların baskılarından geçici olarak kurtulmalarına yardımcı olmuş. Mısır’daki Awald 'Ali Bedevileri arasında kadınlar, erkeklerin güç ve statüsünü eleştiren şiirler yazmış.

Bazı toplumlarda kadınlar, erkeklere karşı açık ve doğrudan eylemler gerçekleştirmiş. Mikronezya’dan And Dağları’na kadar kadınlar, şarkılar ve hakaretlerle erkekleri eleştirmiş. And Dağlarındaki kadınlar, bazen çocuklarını eziyet çekmekten kurtarmak için öldürmüşler.  Ya da kolonyal düzenin baskısından ücra yerlere kaçarak kurtulmuşlar. Samburu kadınları, yaşlı erkekleri eleştiren şarkılar söyleyerek onları utandırmaya çalışmış. Nijerya’daki Igbo kadınları, ekonomik haklarının ihlal edilmesi gibi durumlarda, bir erkeğin evini kuşatarak hakaret içerikli şarkılar söylemiş ve duvarlarına vurmuş. Erkek, hatasını kabul edene kadar protesto devam etmiş. Kamerun’daki Bakweri kadınları da benzer yöntemlerle erkeklerden özür ve tazminat talep etmiş.

Kenya’daki Kamba kadınları, mahsullerine ya da refahlarına zarar veren durumlarda davul çalarak ve dikenli dallar sallayarak erkeklere karşı yürüyüş yapmış ve taleplerini kabul ettirmiş. Pokot kadınları ise, aşırı fiziksel şiddete maruz kaldıklarında eşlerini bağlamış, hakaret etmiş ve aşağılayıcı ritüeller gerçekleştirmiş. Bu eylemler, kadınların seslerini duyurabilmesini sağlarken, toplumdaki erkekler bu protestolara genellikle müdahale etmemiş. Edgerton, bir çok farklı coğrafyadan, bir çok farklı toplumdan örnekler veriyor.  Kadınların sosyal eşitsizliklere karşı dolaylı ya da doğrudan yollarla mücadele ettiklerini vurguluyor.

Edgerton, erkeklerin kadınlara karşı tepkilerini ve liderlere ya da otoriteye yönelik toplumsal protestoları ele aarak devam ediyor. Djuka ve Kagwahiv toplumlarında liderlerin despotça davranışları halkın onları reddetmesine yol açmıştır. Küçük avcı-toplayıcı gruplarda bile bireyler, kültürel normlara karşı direniş gösterebilir. Örneğin, yiyecek paylaşımı genellikle zorunlu bir toplumsal kuraldır ve buna uymayanlar alaya alınır veya tehdit edilir. Ancak, bireyler bu baskıya rağmen zaman zaman paylaşmayı reddeder. Bu durum, hem otoriteye hem de toplumsal beklentilere karşı bireysel ya da kolektif direnişin evrenselliğini gösterir.

Sayfa 154:

“Even people who lived as foragers in small bands that lack recognized leaders or positions of authority may protest against one or another aspect of their culture by refusing to behave as their fellows regularly implore them to do. For example, all hunting and gathering societies follow a principle of generalized reciprocity by sharing food. The necessity of sharing food is inculcated very early and is stressed throughout life not only by praising those who do share but by ridiculing and even threatening those who do not. Yet despite relentless pressure to share, it quite often happens that people do not.”

“Tanınmış liderleri ya da otorite konumları olmayan küçük gruplar halinde toplayıcı olarak yaşayan insanlar bile, arkadaşlarının düzenli olarak yapmalarını istediği şekilde davranmayı reddederek kültürlerinin şu ya da bu yönünü protesto edebilirler. Örneğin, tüm avcı ve toplayıcı toplumlar yiyeceklerini paylaşarak genelleştirilmiş bir karşılıklılık ilkesini takip ederler. Yiyecekleri paylaşmanın gerekliliği çok erken yaşlarda telkin edilir ve yaşam boyunca sadece paylaşanlar övülerek değil, paylaşmayanlarla alay edilerek ve hatta tehdit edilerek vurgulanır. Yine de paylaşma yönündeki amansız baskıya rağmen, insanların bunu yapmadığı sıkça görülür.”

Kitapta birçok küçüklü, büyüklü toplum ve içinde yaşayan insanlarla ilgili aktarımlar var. İnsanlar her zaman her şeyi sorgusuz kabul etmiyorlar. Yani bir şekilde mutlu olmadıklarında yada zarara uğradıklarını düşündüklerinde tepkilerini gösteriyorlar. Fakat yukarıdaki alıntı yaptığım paragraftan sonra beklemediğimi bir şey okudum. Edgerton, San, Sirionó ve Mbuti gibi toplumlarda yiyecek paylaşımı kültürel olarak önemli bir değer olsa da, uygulamada sıkça ihmal edilir diyor. San halkı paylaşmayı teşvik etse de çoğu zaman bunu başaramaz. Sirionó, yalnızca bol miktarda yiyecek olduğunda paylaşır, aksi halde yiyeceklerini saklar; kadınlar, hatta yiyeceklerini vajinalarında saklar. Benzer şekilde, Mbuti kadınları da zorunda kalırlarsa paylaşmamak için yiyecekleri gizler diyor. Bu davranışlar, yiyecek paylaşımının kültürel öncelik olmasına rağmen bireylerin bu normdan memnuniyetsizliklerini ve dirençlerini gösterdiğini anlıyoruz.

Yani insan olarak ne kadar bencil olduğumuz da görmüş oluyoruz. Bugün ben ona vereyim yarın da ihtiyacım olduğunda da bana verir demek yerine mecbur kalmadığında yiyeceğini paylaşmıyorsun. Bir çok şeyi genelleştirmek mümkün olmuyor. Farklı şartlarda, farklı toplumlar farklı davranışlarda bulunabiliyor. Her toplumu kendi tarihi ile, kendi geçmişleri ile değerlendirmek gerekiyor. 

Sayfa 154:

“Rebellious antagonism toward authority has frequently been ritualized. Max Gluckman popularized the term "rituals of rebellion" to refer to ceremonies in which women behaved aggressively toward men and those during which subjects derided their king. 91 Edward Norbeck preferred the term "rituals of apparent conflict," and this designation appears to be more apt because these ceremonies involved symbolic protest, not actual rebellion, and they also served other purposes, such as healing, the resolution of disputes, and rites of status transition. 92 People in many African kingdoms participated in annual ceremonies during which their king was ritually ridiculed and reviled in a collective expression of public discontent, but these ceremonies fell well short of actual rebellion because they eventually reaffirmed the legitimacy of royal rule. Other societies have delegated the expression of antagonism toward authority to a jester, who, like the "public vituperator" among the Plateau Thonga of Mozambique, was allowed to insult and accuse a chief with impunity. 93 The Society of Fools in medieval Europe played a similar role, as did clowns in Samoa, who were allowed to ridicule their political leaders without fear of retaliation. 94 So it was for the "fool dancers" of the Kwakiutl Indians of America's northwest coast, the Koyemshi society of clowns of the Zuni Indians, and many similar groups.95”

Otoriteye karşı isyankâr düşmanlık sıklıkla ritüelleştirilmiştir. Max Gluckman, kadınların erkeklere karşı saldırgan davrandığı ve tebaanın krallarıyla alay ettiği törenleri ifade etmek için “isyan ritüelleri” terimini popüler hale getirmiştir. 91 Edward Norbeck “görünürdeki çatışma ritüelleri” terimini tercih etmiştir ve bu tanımlama daha uygun görünmektedir çünkü bu törenler gerçek bir isyanı değil sembolik bir protestoyu içermekte ve aynı zamanda şifa, anlaşmazlıkların çözümü ve statü geçiş törenleri gibi başka amaçlara da hizmet etmektedir. 92 Birçok Afrika krallığındaki halk, halkın hoşnutsuzluğunun toplu bir ifadesi olarak krallarının ritüel olarak alaya alındığı ve aşağılandığı yıllık törenlere katılmıştır, ancak bu törenler gerçek bir isyandan çok uzaktır çünkü sonunda kraliyet yönetiminin meşruiyetini yeniden teyit etmişlerdir. Diğer toplumlar otoriteye karşıtlığın ifadesini, Mozambik Platosu Thonga'sındaki “halk sövücüsü” gibi, bir şefi cezasızlıkla aşağılamasına ve suçlamasına izin verilen bir soytarıya devretmiştir. 93 Ortaçağ Avrupa'sındaki Soytarılar Cemiyeti de benzer bir rol oynamış, Samoa'daki soytarılar da misilleme korkusu olmadan siyasi liderleriyle alay edebilmişlerdir. 94 Amerika'nın kuzeybatı kıyısındaki Kwakiutl Kızılderililerinin “aptal dansçıları”, Zuni Kızılderililerinin Koyemshi palyaçolar topluluğu ve benzer pek çok grup için de durum böyleydi.95

Yukarıdaki tespitler beni şaşırttı. Bir çeşit gaz alma gibi anlıyorum bu konuyu. Yani eğer insanların hoşnutsuzluklarını bu şekilde barışçıl bir şekilde ifade etmelerine yardımcı olacak mekanizmalar olursa bu toplumda kızgınlık ve öfkenin birikmesini de engellemiş oluyor. Sanırım günümüzde bu ihtiyacı sosyal medya karşılıyor. Şimdilerde insanlar hoşnutsuzluklarını bir tweet atarak dile getirince rahatlıyor. Her halde eski dönemlerde kralları protesto etmek için kullanılan bu barışçıl eylemler günümüzde twitter ile ikame edilmiş durumda.

Edgerton kolektif ritüellerde sergilenen eylemler, otoriteye duyulan memnuniyetsizliği ifade eder, ancak açık bir isyan içermez diyor. Bununla birlikte, bazı törenlerde şiddet yaşanırmış. Örneğin, İngiltere Kralı IV. Henry, maskeli Noel oyuncuları tarafından neredeyse öldürülüyormuş. 1580'de Fransa’nın Romans kasabasındaki karnavalda, yoksul halk, ağır vergilere ve ayrıcalıklı sınıflara karşı ciddi toplumsal protestolar düzenlemiş. Bu protestolar, zenginlerin endişelerini artırmış. Benzer tehditler Batı Hint Adaları'ndaki köle karnavallarında ve günümüz Amerika’sındaki kutlamalarda da görüldüğünü aktarıyor. Şiddet ve otoriteye saygısızlık korkusu, Philadelphia ve New Orleans gibi şehirlerde kısıtlamalara yol açmış.

Edgerton, küçük ölçekli toplumlarda sosyal çatışma, ayrılma ve dağılma sıkça yaşanır diyor. Memnuniyetsizlik, siyasi ve dini liderlerin ya da sorunların kaynağı olarak görülen kişilerin öldürülmesine yol açabilir. Örneğin, Meksika’daki Teklum kasabasındaki Mayalar, sorunlarının kaynağı olarak gördükleri cadıları öldürmüş. Afrika ve Avrupa’daki cadı avı çılgınlıkları da bu duruma benzer örneklerdir. Ancak, yalnızca büyücülükle suçlananlar değil, farklı din, ırk veya mesleklere sahip kişiler de hedef olabilir.

Doğu Afrika’daki Nilo-Hamitik çobanlar arasında peygamberler, kehanet ve yağmur yapma güçleriyle büyük etki sahibiymiş. Kehanetleri başarılı olduğunda saygı ve ekonomik ödüller kazanırken, başarısız olduklarında cadılık suçlamalarıyla öldürülme riski taşıyorlarmış. Örneğin, 1962'de Pokotlar bir peygamberlerini kutsal görürken, bir önceki peygamber başarısız olduğu için öldürülmüş.

Memnuniyetsizlik, başkanlardan krallara kadar tüm liderlere yönelik şiddeti tetikleyebilir diyor. Zulu kralı Shaka, küçük bir kabileyi güçlü bir imparatorluğa dönüştürerek başlarda popülerlik kazanmış. Ancak, zamanla keyfi infazlar yapmaya ve ordusunu kötü yönetmeye başlamış. Annesinin ölümünden sonra binlerce kişinin ölmesine neden olan emirler vermiş ve halkı olağanüstü yas kurallarıyla zorlamış. Tepkiler sonucu yas kurallarını hafifletmek zorunda kalan Shaka, kardeşleri tarafından öldürülmüş. Ölümünden sonra halk, Shaka’nın çöküşünü sevinçle karşılamış.

Her toplum bir yere kadar adaletsizliğe yada sorunlara karşı sabrediyor. Burada kritik nokta halkın yaşadığı şeyi nasıl adlandırdığı. Eğer yaşadığı şeyi bir sorun olarak görüyorsa başkaldırabiliyor ama ya yaşadığı şeyi hak ettiğini düşünüyorsa…? Bunun adına çoğu yerde din diyoruz. İnsanlar normalde itiraz edecekleri, başkaldıracakları şeye din kisvesi altına girdiği anda seslerini çıkarmıyorlar. Sanırım insanlık olarak en büyük icadımız bu olmalı. Kendimizi öyle bir kandırıyoruz ki normalde isyan çıkaracağımız haksızlıları din kisvesi altında normalleştirebiliyoruz. Belki de bugünkü anlamıyla din ve dini kuralları getirdiğimiz gün topluluk halinde yaşamanın da yolu açılmış oldu. Belki de bizim asıl keşfimiz yerleşik hayata geçmek için tarımı keşfetmek değil de dinleri icat etmemiz olabilir. Bu sayede haksızlıkları, adaletsizlikleri, memnuniyetsizlikleri içselleştirmişiz ve her şeye rağmen bir arada kalmayı başarabilmişiz. Eğer bir maladaptasyon varsa buna dinden daha iyi bir örnek verilemez. Ama işte bu noktada eşitsizlik odalı tartışmada sorguladığım yere geliyoruz. Her ne kadar zararlı da olsa işe yaradığına göre dine maladaptif denilebilir mi? Belki insanlar aslında şikayet edip isyan edecekleri konuları dini kurallarla içselleştirmiş oldular ama bu sayede de milyonlarca insan bir arada yaşamayı başarabildi. Diğer türlü 50-100 kişilik kabileler halinde yaşamaya devam ederdik.

Peki bu 100 kişilik kabile içinde yaşarken adaletsizlik yok muydu.? Mutlaka vardı ama her halde yoğunluğu büyük gruplar içinde yaşayanlardan daha azdı. Gerçi Edgerton’un verdiği onlarca örnekten görüyoruz ki insanı olduğu yerde adaletsizlik ve haksızlık kaçınılmaz. En küçük topluluklarda bile birileri birilerinden her zaman daha avantajlı. Dolayısı ile birileri birilerinden her zaman daha mutsuz. Çünkü doğanın düzeni böyle kurulmuş. Bir Kişinin refahı bir diğerinin hoşnutsuzluğu pahasına oluyor. 

Sayfa 156:

“As so-called social bandits have done in many parts of the world, disaffected populations have often focused their indignation on the wealthy. 106 The fourteenth-century English peasants were so embittered by high taxes, corruption, and seemingly unending war that they formed lawless bands that ravaged the English countryside, and the legend of Robin Hood once again became popular with all save the rich. A similar pattern developed in nineteenth-century Ethiopia, other parts of Africa, and the Middle East. 107 The wealthy have been killed in violent uprisings in states the world over, and they were often not safe in small tribal societies, either. To take but one example the Kapauku of Papua New Guinea highly valued the accumulation of wealth, which brought with it respect and influence, but if wealthy men were not sufficiently generous, they could be killed, and they frequently were. 108”

“Dünyanın pek çok yerinde sosyal haydutların yaptığı gibi, hoşnutsuz halklar da öfkelerini genellikle zenginlere yöneltmişlerdir. 106 On dördüncü yüzyıl İngiliz köylüleri yüksek vergiler, yolsuzluk ve bitmek bilmeyen savaşlar nedeniyle öylesine öfkeliydiler ki, İngiliz kırsalını kasıp kavuran kanunsuz çeteler kurdular ve Robin Hood efsanesi zenginler dışında herkes tarafından bir kez daha popüler hale geldi.”

Her ne kadar din insanları baskılamak için müthiş bir icat olsa da onun da gücü bir yere kadar yetiyor. Eğer insanlar açlıktan ölme riskine girerlerse hiç bir yerde din karın doyurmuyor. Zenginleri de bir yere kadar kabul ediyoruz ama bu bir yerin sınırı sanırım  bizim açlık seviyemiz oluyor.

Sayfa 157:

“As the chapters of world history so dolorously record, it was a rare year in our past when people somewhere on earth were not in overt rebellion against their government. When Pitirim Sorokin reviewed twenty-four centuries of European history, he found that there were only four peaceful years for every one of civil strife. Other parts of the world were even less stable.“

“Dünya tarihinin acıklı bir şekilde kaydettiği gibi, geçmişimizde dünyanın herhangi bir yerindeki insanların hükümetlerine karşı açıkça isyan etmediği nadir yıllar olmuştur. Pitirim Sorokin yirmi dört yüzyıllık Avrupa tarihini incelediğinde, her bir iç savaşa karşılık sadece dört barışçıl yıl olduğunu tespit etmiştir. Dünyanın diğer bölgeleri daha da az istikrarlıydı.”

Yani 2400 yılın 1900 yılı barışla, 500 yılı savaşla geçmiş. Ben bu oran daha yüksektir diye düşünürdüm. Umduğumdan az gördüm. 

Edgerton istatistiki bilgi vermeye devam ediyor. 1961-1968 yılları arasında, 121 büyük ülkenin sadece 7'sinde iç şiddet yaşanmamış. Son iki yüzyılın en kanlı on çatışmasından birçoğu iç savaş veya isyan olmuş. İkinci Dünya Savaşı sonrası iki on yılda, hükümetleri devirmeye yönelik girişimler, ulusal seçimlerden daha fazla sayıda gerçekleşmiş.

İsyanlar genellikle açlık, vergilendirme, yolsuzluk veya polis şiddeti gibi algılanan adaletsizliklere tepki olarak ortaya çıkmış. Ancak çoğu başarısız olmuş. Örneğin, Spartaküs'ün köle isyanı 30,000 kölenin ölümüne neden olmuş, ancak Roma'da köleliği sonlandıramamış. Bununla birlikte, Surinam'daki Maroonlar özgürlüklerini kazanmış, ancak kölelik kurumu devam etmiş. Haiti'deki Toussaint L'Ouverture liderliğindeki köle isyanı, köleliği sona erdirmiş ama baskıyı sona erdirememiş.

Edgerton, Bazı köylü ayaklanmaları kalıcı değişim yaratamasa da, başarılı örnekler de olduğunu söylüyor. Örneğin, Çin'deki Taiping isyanı, milyonlarca can kaybına neden olmuş ve Mançu kontrolünü zayıflatmış. Meksika, Fransa ve Amerika Birleşik Devletleri'ndeki devrimler önemli siyasi değişimler yaratmış. Ayrıca, Rusya, Çin ve Küba gibi ülkelerdeki komünist devrimler ile 1990-1991 yıllarındaki Doğu Avrupa ve Sovyetler Birliği'ndeki antikomünist devrimler köklü sosyal, ekonomik ve siyasi değişimlere yol açmış. Başarılı veya başarısız olsun, isyanlar, tarih boyunca insanların yaşamlarından memnuniyetsizlik duydukları alanları değiştirme çabasının bir göstergesi olmuş. İsyan, insanlık tarihinin sürekli bir parçasıdır.

Sayfa 158:

“The point of this chapter is not that all people everywhere dislike the societies in which they live. Surely, all people are dissatisfied with something in their lives much of the time, but populations differ in the extent and intensity of their discontent.” 

“Bu bölümün amacı, her yerdeki tüm insanların içinde yaşadıkları toplumları sevmedikleri değildir. Şüphesiz, tüm insanlar çoğu zaman hayatlarındaki bir şeyden memnun değildir, ancak toplumlar hoşnutsuzluklarının kapsamı ve yoğunluğu bakımından farklılık göstermektedir.”

Edgerton yukarıdaki tespiti yaptıktan sonra konuyu açıklamak için örnekler bveriyor. Norveçliler ve İsveçliler, depresyon, intihar oranları ve vergi şikayetlerine rağmen, genel olarak hayatlarından memnunmuş. Bunun aksine, Rusya'daki memnuniyetsizlik, Çarlık döneminden Sovyetler Birliği'ne ve günümüze kadar derin bir sosyal hoşnutsuzluğu yansıtmaktaymış. 1839’da Marquis de Custine’nin bir Alman otelciden dinlediği, Rus ziyaretçilerin ülkelerinden uzaklaştıkça mutlu, ancak geri dönme zamanı geldiğinde üzgün olduklarına dair gözlemleri, bu hoşnutsuzluğa örnek olarak sunuyor.

Sayfa 158:

“To recapitulate, people everywhere express varying degrees of dissatisfaction with certain dimensions of their lives. Sometimes their discontent involves no more than ambivalence about a particular custom, but some discontent leads to self-destruction or violent rebellion. What matters most for our concern with the feasibility of evaluating social and cultural systems is that through their words and deeds people make their own evaluations, and by so doing, they provide evidence of the extent to which those social and cultural systems are failing to meet the needs of their members.

A society whose members are perpetually intoxicated, capriciously murderous, or frequently suicidal must change, or both the system and its population will cease to exist. When discontented people take steps to transform some of their institutions to end internecine destructiveness, the result can be a more effective social and cultural system; but it is not legitimate-indeed it is tautologous-to conclude that all discontent is therefore adaptive. Not all systems require major changes (at least not in the short run), and discontent so extreme that it leads to rebellion is not an indication of a well-adapted society. There are no perfectly adapted societies, all fail to some degree to meet all of the needs of their members, and all could crumble under sufficient competitive pressure, but those whose members are reasonably content are more likely to survive than those whose members are not, just as those that can make necessary changes without violent rebellion are better adapted than those that cannot.”

“Özetlemek gerekirse, insanlar her yerde yaşamlarının belirli boyutlarından farklı derecelerde memnuniyetsizlik duyarlar. Bazen hoşnutsuzlukları belirli bir gelenekle ilgili kararsızlıktan öteye gitmezken, bazı hoşnutsuzluklar kendini yok etmeye veya şiddetli isyanlara yol açmaktadır. Sosyal ve kültürel sistemleri değerlendirmenin fizibilitesiyle ilgili kaygımız açısından en önemli şey, insanların sözleri ve eylemleri aracılığıyla kendi değerlendirmelerini yapmaları ve bunu yaparak, bu sosyal ve kültürel sistemlerin üyelerinin ihtiyaçlarını karşılamada ne ölçüde başarısız olduğuna dair kanıt sunmalarıdır.

Üyeleri sürekli olarak sarhoş, kaprisli bir şekilde cinayet işleyen ya da sık sık intihara meyilli olan bir toplum değişmelidir, aksi takdirde hem sistem hem de nüfusu yok olacaktır. Hoşnutsuz insanlar kendi aralarındaki yıkıcılığı sona erdirmek için bazı kurumlarını dönüştürmeye yönelik adımlar attıklarında, sonuç daha etkili bir sosyal ve kültürel sistem olabilir; ancak tüm hoşnutsuzlukların bu nedenle uyarlanabilir olduğu sonucuna varmak meşru değildir, hatta totolojiktir. Tüm sistemler büyük değişiklikler gerektirmez (en azından kısa vadede) ve isyana yol açacak kadar aşırı hoşnutsuzluk iyi adapte olmuş bir toplumun göstergesi değildir. Mükemmel uyum sağlamış toplumlar yoktur, hepsi üyelerinin tüm ihtiyaçlarını karşılamada bir dereceye kadar başarısız olur ve hepsi yeterli rekabet baskısı altında parçalanabilir, ancak üyeleri makul ölçüde memnun olanların hayatta kalma olasılığı olmayanlara göre daha yüksektir, tıpkı şiddetli isyan olmadan gerekli değişiklikleri yapabilenlerin yapamayanlara göre daha iyi uyum sağlamış olması gibi.”


Ve bu alıntı ile bu uzun bölümü de bitirmiş oluyorum. Bu son alıntı aslında tüm koca bölümün de özeti. Ve en önemli tespit her toplumda memnuniyetsizliğin olduğu. Bazı toplumların hayatta kalma olasılıklarının daha yüksek olmasının sebebi topluluğu oluşturan insanların memnuniyet düzeyleri. 

Tarihin ve/veya toplumların nasıl değiştiğine dair iki görüş var. Birisi evrimsel toplumsal değişimciler diğeri ise döngüselciler. Döngüselcilerin tespiti toplumların sürekli benzer bir yoldan geçtikleri ve doğup, gelişip bir süre sonra parçalandıkları yönünde. Aklıma İbn Haldun, Spengler, Toynbee ve Sorokin geliyor. Daha bu dönem bu dersi aldığım için bilgiler kafamda taze. Aslına bakacak olursak hiç bir toplumun hiç bir üyesi içine doğduğu toplumdan sonuna kadar memnun olamaz. Bu insanın doğasına aykırı. Bizler hayatta kalmak için çözümler üretiyoruz ama bu çözümler insan doğası ve hiyerarşik yapımız gereği birilerinin çıkarını aşırı koruyan düzenlere dönüşüyor. Ve geniş halk kitleleri bu eşitliksiz duruma bir süre göğüs geriyorlar ama bu da bir noktaya kadar. eninde sonunda bir yerde patlak veriyor ve toplumsal yapı değişmek zorunda kalıyor. Bu değişimi kontrollü şekilde yapıp da bir devrim yerine evrime dönüştürebilenler daha uzun soluklu toplumlar yaratabiliyor. Herhalde bunun en son ve en başarılı örneğini Büyük Britanya'da görüyoruz. Şimdilik kurdukları düzen işliyor. Toplumun ihtiyaçlarını şimdilik karşılıyorlar. 

Söz konusu insan olduğunda mutlak bir doğrudan söz etmek çok güç. İhtiyaçlarımız aslında çok temel ve basit ama bunları eşit oranda karşılamakta ve ihtiyaçların giderilmesinin planlamasını yapmakta çok başarılı değiliz. Bulabildiğimiz en iyi sistem demokrasi ama onun da bir sürü sorunu var. Ama kötünün iyisi olarak şimdilik aslında doğamızda olmayan eşitliği sanki varmış gibi yaşamamız için ürettiğimiz en sağlıklı sistem bu. 

Hem bir arada yaşamak zorunda kalıp hem de çıkarların minimum düzeyde çatışmasını sağlamak çözülmesi gereken çok zor bir bilmece. Zaten dünyanın neredeyse tamamında bu bilmece çözümsüz şekilde duruyor. Dünyanın çok az bir kısmında daha eşitlikçi, üyelerinin konforunu daha çok sağlamaya çalışan çok küçük bir azınlık var. Fakat şu gerçeği de görelim. Kanada, Avustralya, Yeni Zelanda, Norveç, Danimarka gibi bu eşitliği sağlayabilen ülkeler bunun bedelini kime ödetiyor. Kendi toplumlarının üyelerinin memnuniyetleri yüksek ama bu neyin pahasına yaşanıyor. Bu memnuniyet bedava mı? Birilerinin bu dünyadan memnun olmamasının arkasında bu ülkelerin aşırı refah içinde olmasının payı yok mu? Yani tüm dünyayı bit kap olarak ele aldığımızda total mutluluğa bakınca çok da sağlıklı bir resim görmüyoruz. Ama bu kabı farklı bölmelere ayırdığımızda içinde bir kaç küçük kurtarılmış bölge de yok değil. Kendimizi kandırmadan resmi olduğu gibi görmeye çalışmalıyız. Eğer içine doğduğu toplumdan memnun olan küçük azınlık içindeysen sorun yok tabi ki ama ya geri kalan büyük çoğunluğun durumu ne olacak?

6. Bölüm de böylece bitti. Bir sonraki bölüm “Nüfusların, Toplumların ve Kültürlerin Ölümü”. Bölümün uzunluğuna bakınca sanırım bu bölüme de 3 ayrı yazı yazmam gerekecek.


Geleneksel kutlamalara katılan bir grup insanın sanatsal bir temsili, bir figür ise modern bir protesto işareti tutarak ayrı duruyor. Kültürel kıyafetlerin canlı renkleri ile sembolik modern unsurların harmanlandığı sahne, toplumsal dönüşümü temsil etmek üzere açık bir manzaraya yerleştirilmiştir. Bireyler, gelenekleri korumak ve değişimi kucaklamak arasındaki gerilimi vurgulayan etkileyici pozlarda tasvir edilmiştir. Stil cesur ve semboliktir, yansıma ve duygu hissi uyandırır.
Gelenekleri korumak ve değişimi kucaklamak

Comments


Abonelik Formu

Gönderdiğiniz için teşekkür ederiz!

©2020, Okunduğu Gibi tarafından Wix.com ile kurulmuştur.

bottom of page