İnsanın evrimi hakkında düşündüğümde ya da sadece evrim hakkında düşündüğümde bir sorun kafamı kurcalıyor. Karşılaştığı sorunlara çözüm üretebilenler hayatta kalıyor, değil mi? Bu durum, kendi bilinçli tercihi olmasa da böyle. Yani normalde beyaz renkli olan bir kelebeğin, hava kirli değilken hayatta kalması muhtemelken, hava kirliliği ile birlikte koyu renkli olanlar avcılardan kurtulduğu için bir süre sonra beyaz kelebeklerin soyu tükeniyor. Sonuç olarak, 3-4 nesil sonra sadece koyu renkli kelebekler hayatta kalıyor, değil mi?
Çita ve ceylan ilişkisinde de durum aynı. Çita, ceylan avlıyor. Ceylanlar arasında çitalardan daha hızlı olanlar hayatta kalıyor ve çitalar bu sorunu çözmek için daha da hızlanıyor. Sonuçta dünyanın en hızlı koşan hayvanı ortaya çıkmış oluyor. Yani sonuç olarak hayatta kalabilmek için, çevresinin kendisine dayattığı özelliklere sahip olanlar soylarını devam ettiriyor ve bu özelliklere sahip olmayanların soyları tükeniyor.
İnsanlar da bu durumdan azade değiller. Bizlerin atalarından da çevrelerinin karşısına çıkardığı sorunlara çözüm bulanlar soylarını devam ettirdiler. Günümüze ulaşan insanlar, bu sorunlara çözüm üretenlerin çocukları. Atalarımızın fiziksel özellikleri çok gelişmedi. Soğuktan korunmak için kürk, avcılardan kaçmak için güçlü bacaklar, kendimizi savunmak için boynuz, avımızı parçalamak için pençe veya kesici dişler geliştirmedik. Bizim diğer canlılardan farkımız aklımızı geliştirmiş olmamız.
Bu uzun girişi, kafama takılan soruyu ortaya koymak için yaptım. Bir noktada doğayı yenmeyi başardık. Bir noktada avcılardan korunmayı başardık. Belki 200 bin, belki de 300 bin yıl önce çevremizin hakimi olmayı başardık. Bu sayede hem kutuplarda -50 °C’de, hem de çöllerde +50 °C’de yaşamayı becerdik. Bu sayede Amazon ormanı gibi balta girmemiş yerleri de fethettik, Himalayalar gibi dağları da. Yani ne doğanın güçleri ne de diğer avcı hayvanlar bizim için tehdit olmaktan çıktı. Peki ama bunun ortaya çıkardığı sonuç ne oldu?
İşte sorum bu: İnsanın evrimini tetikleyen şeylerden kurtulduğunda ne oldu?
Soğuk, sıcak, nem, yükseklik gibi doğal etkiler; aslan, ayı, timsah, yılan gibi vahşi hayvanlar artık bizim için tehdit olmaktan çıktığında ne yaptık? Normalde, hayatta kalmak için bizi daha değişik özelliklere sahip olmaya itecek dış güç ortadan kalktığında, değişimin de durması gerekmez miydi? Ama durmadık.
Bu soruyu sormama sebep olan tespitin kaynağı şu: Deniyor ki bundan 30 bin yıl önceye gitsek, karşımıza çıkacak olan insanın bilinç seviyesi bugünkünden farklı olmazdı. Ya da 100 bin yıl önceki bir insanla karşılaşsak, onunla iletişim kurabilir ve hatta doğru şartlar altında yetişirse bugünkü bir insanın algı ve anlama kapasitesine sahip olduğunu görürdük. Yani, bugün sahip olduğumuz biliş seviyesine o gün de sahiptik. Bu tespiti yapınca şu soruyu sormak da kaçınılmaz oluyor: Bugün ürettiğimiz sanat eserlerini neden 40 bin yıl önce üretmedik? Yani madem bugünkü biliş seviyemizle aynı seviyedeydik, o zaman neden duvar resimlerinde Da Vinci gibi resimler yapmadık?
Aslında cevabı biliyorum. İnsanın öğrenen, öğrendiklerini aktaran ve birikimlerini sonraki nesillere geçiren bir canlı olduğunu biliyorum. Bugün geldiğimiz noktaya bir anda gelmediğimizi, bilginin aktarıldığını biliyorum, ama bu soruyu sormamdaki itici güç şu: Neden mağaralarda gördüğümüz duvar resimlerinden Mona Lisa’lara geldik? Neden sanat ürettik? Atalarımızın sanat üretme motivasyonu ile Da Vinci’ninki aynı mıydı?
Bu soru bir kenarda dursun. Bu soruya cevap vermek asıl derdim değil. Asıl derdim şu: Bizlerin gelişmeye devam etmesinde itici güç neydi? Az önceki mağara resminden Mona Lisa’ya giden sürecin önemi burada. Bizler doğayı ve diğer canlıları bundan 30-40 bin yıl önce aşmışken, bizi daha iyisine ulaşmaya motive eden ne oldu?
Sanırım bu sorunun cevabı “diğer insanlar”. Tek rakibimiz diğer canlılar ve doğa değil. Bir noktadan sonra bunlar bizim için tehdit olmaktan çıktıktan sonra, hayatta kalmamız ve soyumuzu devam ettirmemiz için tek rakibimiz başka insanlar oldu. Aslında diğer insanlar her zaman rakibimizdi. Aynı yiyecekleri diğer insan gruplarıyla paylaşmak zorunda kaldığımızda, onlar bizim düşmanımız haline geliyordu. Yani evrimsel gelişimimizde sadece avcı hayvanlar ve doğa değil, bir yandan da bizim grubumuzda olmayan diğer insanlar da çözüm üretmemiz gereken bir sorun haline geliyordu. Hayatını devam ettiren atalarımız bu sorunu da çözebilenler arasından çıktı. Bunda şaşılacak bir şey yok. Ama bir noktadan sonra doğa ve diğer avcı hayvanlar denklemden çıktıktan sonra, hayatta kalmamızın önündeki tek rakibimiz diğer insanlar oldu.
Sahip olduğum 10 eşya hayatta kalmama yetiyorsa, neden 11. eşyaya sahip olayım ki? Doğa ve diğer avcı canlıların sayısı ya da niteliği değişmiyordu. Yani, onlarla baş etmek için ürettiğim çözüm işe yaradığı sürece, daha iyisine ulaşmam için evrimsel süreci tetikleyen etken ortadan kalkmış oluyordu. Ama bu parametreler içerisine diğer insanları kattığımızda durum değişiyor. Eğer hayatta kalmam için en büyük tehdit, aynen benim yeteneklerime sahip bir başka insan olursa, o zaman çita ve ceylan ilişkisi bitmemiş olur. Rakibimin özellikleri geliştikçe, ben de ona uyum sağlamak zorunda kalırım. Böylece, bir noktadan sonra gelişimin önünde hiçbir engel kalmaz. Yani sınırsız bir gelişim sürecine girmiş olurum.
Mağara resimlerinden Mona Lisa’ya getiren gelişim ve değişim motivasyonunun arkasında bu rekabet olmalı. Bu evrimsel gelişim süreci devam ediyor. İnsanlar, diğer insanları rakip olarak, düşman olarak görmeye devam ediyor. Bu yüzden savaşlar, soykırımlar bitmiyor. Çünkü evrimsel olarak atalarımız, doğayı ve diğer canlıları alt ettikten sonra, tek rakip ve aşılması gereken engel olarak diğer insanları gördüler. Bu bizim kodlarımızda var. Ne zaman insanlık olarak artık birbirimiz için tehdit olmaktan çıkarız, o zaman evrimimiz başka bir yöne doğru gidebilir. Ama yaşadıklarımız, hâlâ insanın diğer insanları aşılacak bir engel olarak gördüğünü gösteriyor. Bu yüzden birbirimize kıymaya devam ediyoruz. Uzaktan bakınca çok saçma geliyor ama içinde bulunduğumuz dünya maalesef bu.

Comments