top of page
Okunduğu Gibi

İnsanın Akıl ve İrrasyonalite Arasındaki Yolculuğu

Yirmialtıncı Yazı

Bölüm 8

Adaptasyon Yeniden Düşünüldü 2

Bu bölümün ilk yazısında neler yazdığımız aktaralım ki bu yazı havada kalmasın. Edgerton, toplumsal ve kültürel inançların her zaman çevresel ve sosyal uyumu sağlamadığını, bazı durumlarda bireyler ve toplumlar için zararlı olabileceğini vurgulamıştı. Farklı toplulukların, çevresel baskılara farklı tepkiler verdiğini, adaptasyon süreçlerinin ise her zaman rasyonel veya bilinçli olmadığını savunuyordu. Örneklerde, pastoralizmden tarıma, ritüellerden ekonomik faaliyetlere kadar çeşitli toplulukların adaptasyon stratejileri ve bu stratejilerin etkinliği ele alınmıştı. Bazı inanç ve uygulamaların nötr ya da maladaptif olduğu belirtilmiş, çevresel değişimlerin uyumu bozabileceği gösterilmişti. Çözümlerin rasyonel kontrolle iyileştirilebileceği, ancak bazen mekanizmaların bilinçsiz işlediği de tartışılmıştı.

Bu yazıda ne göreceğiz? Edgerton, küçük ölçekli topluluklarda ve modern toplumlarda insanların karar alma süreçlerindeki sınırlamalarını ve rasyonellik düzeylerini ele alıyor. Küçük toplulukların bilinçsiz ekolojik bilgelik taşıdığı yaygın bir algı olsa da, bu grupların genelde ekonomik çıkarlar için doğayı tahrip ettiği belirtiliyor. İnsanlar her zaman rasyonel kararlar alamaz; bilgileri sınırlı, çevresel farkındalıkları eksik, risk değerlendirmeleri yetersizdir. Ayrıca, inançlar ve gelenekler, çoğu zaman ekonomik verimliliği düşürür. Geleneksel çözümler genellikle değişime direnir ve sorunları çözmekte yetersiz kalabilir. Bununla birlikte, insanlık tarih boyunca etkileyici teknikler, sanat eserleri ve kültürel çeşitlilik yaratmıştır. Ancak bu başarılar, insanlığın sık sık hata yaptığını, felaketler yaşadığını ve kahramanca davranışlar sergilediğini de gizlemez.

Adaptasyon Yeniden Düşünüldü bölümünde geçen önemli İfadeler 2:

Ekolojik Bilgelik: Toplumların, doğal çevreleriyle uyumlu, sürdürülebilir ve uzun vadeli fayda sağlayan bir şekilde etkileşim kurma becerisi ve bilgisidir. Bu bilgelik, doğal kaynakların kullanımında dengeyi gözetmeyi, çevrenin korunmasını ve ekosistemlerin devamlılığını sağlamayı içerir. Ekolojik bilgelik, geleneksel topluluklarda nesilden nesile aktarılan bilgi, deneyim ve uygulamalarla şekillenir. Ancak, bu tür bilgeliğin her zaman mükemmel olmadığı ve bazı toplumların çevreleriyle olan etkileşimlerinde hatalar yaptığı da kaynaklarda belirtilir. Ekolojik bilgelik, sürdürülebilir bir yaşam için önemli bir değerdir ve hem geleneksel hem de modern topluluklar için dersler içerebilir.

Folk Toplulukları: Genellikle küçük ölçekli, geleneksel, kırsal ve yüz yüze ilişkilerin hakim olduğu toplumlar için kullanılan bir terimdir. Bu topluluklar, ortak bir kültürel mirasa, geleneklere ve değerlere sahiptirler. Folk topluluklarında, genellikle iş bölümü ve toplumsal farklılaşma daha az gelişmiştir ve ekonomik faaliyetler çoğunlukla tarım, hayvancılık veya avcılık-toplayıcılık üzerine kuruludur. Kitapta, folk toplumlarının genellikle uyumlu ve ahenkli olduğu yönündeki yaygın inanışın eleştirildiği ve bu topluluklarda da çatışma, eşitsizlik ve maladaptif (sağlıksız uyumlu) uygulamaların görülebileceği belirtilmektedir. Folk topluluklarının incelenmesi, insan adaptasyonu ve toplumsal örgütlenme biçimleri hakkında önemli bilgiler sunmaktadır.

Rasyonellik: Mantık, akıl yürütme, kanıt ve bilgiye dayalı düşünme ve karar alma süreçleridir. Rasyonellik, amaçlara ulaşmak için en uygun yolların belirlenmesini, risklerin değerlendirilmesini ve sonuçların öngörülmesini içerir. Kitapta, insanların her zaman tamamen rasyonel olmadığı, duygularının, inançlarının ve kültürel normlarının da karar alma süreçlerini etkilediği vurgulanır. Özellikle yeni sorunlar veya belirsizlikler karşısında insanların rasyonel karar verme yeteneklerinin sınırlı olduğu belirtilir. Rasyonellik kavramı, adaptasyon süreçlerini ve toplumların problem çözme becerilerini anlamak için önemli bir referans noktasıdır, ancak her toplumun rasyonellik anlayışının farklı olabileceği de göz önünde bulundurulmalıdır.

Adaptasyon: Bireylerin, toplumların veya kültürlerin çevrelerindeki koşullara uyum sağlama, hayatta kalma ve üreme başarısını artırma süreçleridir. Adaptasyon, genetik değişiklikler, fizyolojik tepkiler, davranışsal uyumlar ve kültürel uygulamalar yoluyla gerçekleşebilir. Adaptasyon süreçleri, çevresel değişikliklere, kaynak kıtlığına, sosyal baskılara veya diğer zorluklara tepki olarak ortaya çıkabilir. Kitapta, adaptasyonun her zaman olumlu veya başarılı olmadığı, bazı adaptif uygulamaların maladaptif olabileceği ve bazı toplumların çevrelerine uyum sağlama konusunda başarısız olduğu belirtilir. Adaptasyon, insanların ve toplumların çevreleriyle olan etkileşimlerini anlamak için temel bir kavramdır.

Bilinçsiz Problem Çözme (unconscious problem-solving): İnsanların veya toplumların, farkında olmadan veya bilinçli bir çaba göstermeden sorunları çözme ve kararlar alma süreçleridir. Bu süreçler, evrimsel geçmişten gelen içgüdüler, öğrenilmiş davranışlar, kültürel normlar veya sezgisel tepkiler yoluyla gerçekleşebilir. Bilinçsiz problem çözme, özellikle karmaşık veya belirsiz durumlarda insanların hızlı ve etkili kararlar almasına yardımcı olabilir. Kitapta, bazı ritüel döngülerin veya sosyal uygulamaların bilinçsiz problem çözme mekanizmaları olarak işlev gördüğü belirtilir. Örneğin, Tsembaga Maring'in ritüel döngüsünün, domuz ve insan popülasyonlarını kontrol etmede bilinçsiz bir problem çözme aracı olarak işlev gördüğü iddia edilir. Ancak, bilinçsiz problem çözme her zaman adaptif olmayabilir ve bazı durumlarda maladaptif sonuçlara yol açabilir.

Minimal Risk Stratejileri (minimal risk strategies): İnsanların veya toplumların, belirsizlik ve potansiyel tehlikelerden kaçınmak için benimsediği yaklaşımlardır. Bu stratejiler, riskli durumlardan uzak durmayı, bilinen ve güvenli yolları tercih etmeyi ve değişimden kaçınmayı içerir. Minimal risk stratejileri, özellikle kaynakların sınırlı olduğu veya çevresel koşulların zorlu olduğu durumlarda yaygın olarak görülür. Kitapta, bazı toplumların yeni yiyecek kaynaklarını denemek yerine geleneksel ve güvenli yolları tercih etmelerinin minimal risk stratejisi olarak değerlendirildiği belirtilir. Ancak, minimal risk stratejileri her zaman adaptif olmayabilir ve bazen daha iyi fırsatları veya potansiyel kazançları kaçırmaya yol açabilir.

En Az Çaba Stratejileri  (least effort strategies): İnsanların veya toplumların, belirli bir amaca ulaşmak için en az enerji veya kaynak harcayarak en iyi sonucu elde etmeye çalıştığı yaklaşımlardır. Bu stratejiler, işleri kolaylaştırmayı, verimliliği artırmayı ve gereksiz çabadan kaçınmayı içerir. Kitapta, insanların genellikle daha az çaba gerektiren, bilinen yolları tercih ettiği ve bu durumun adaptasyon süreçlerini etkileyebileceği belirtilir. En az çaba stratejileri, kaynakların kıt olduğu veya zorlu koşullarda hayatta kalmayı kolaylaştırabilir, ancak bazen daha iyi sonuçlar elde etme fırsatlarını kaçırmaya da neden olabilir. İnsanların optimum sonuçlar yerine, yeterli sonuçlarla yetinme eğilimi, en az çaba stratejilerinin bir sonucu olarak görülebilir.

Toplumsal Kurumlar: Bir toplumdaki sosyal düzeni sağlamak, davranışları düzenlemek ve toplumsal ihtiyaçları karşılamak için oluşturulmuş kalıcı ve örgütlü yapılar ve sistemlerdir. Toplumsal kurumlar, aile, evlilik, din, eğitim, siyaset, ekonomi ve hukuk gibi alanları kapsar. Bu kurumlar, toplumsal değerleri, normları ve rolleri belirler, toplumsal etkileşimleri düzenler ve toplumun devamlılığını sağlar. Kitapta, toplumsal kurumların her zaman adaptif veya faydalı olmadığı, bazı kurumların toplumun bazı üyelerine zarar verebileceği belirtilir. Toplumsal kurumlar, hem toplumsal dayanışmayı ve iş birliğini teşvik edebilir, hem de eşitsizlikleri ve çatışmaları sürdürebilir. Toplumsal kurumların incelenmesi, toplumların örgütlenme biçimlerini ve adaptasyon süreçlerini anlamak için önemlidir.

Karar Alıcılar (decision-makers): Bir toplumda, önemli konularda seçimler yapma, politikalar oluşturma ve eylemlere yön verme yetkisine sahip olan bireyler veya gruplardır. Karar alıcılar, siyasi liderler, şefler, dini otoriteler, yaşlılar konseyi üyeleri veya uzmanlaşmış kişiler olabilir. Karar alıcıların yetkileri ve sorumlulukları, toplumun sosyal yapısına, kültürel normlarına ve siyasi sistemine bağlı olarak değişir. Kitapta, karar alıcıların her zaman rasyonel kararlar almadığı ve bazen kendi çıkarlarını toplumun çıkarlarının üzerinde tutabildiği belirtilmektedir. Ayrıca, karar alma süreçlerinin kehanetlere, rüyalara veya diğer doğaüstü olaylara dayanabileceği de vurgulanır. Karar alıcıların eylemleri, toplumların adaptasyon süreçlerini ve refahını önemli ölçüde etkiler.

Yaşlılar Konseyi (council of elders): Birçok geleneksel toplumda, deneyimli ve saygın yaşlı bireylerden oluşan ve toplumsal konularda karar alma, danışmanlık yapma ve gelenekleri koruma rolünü üstlenen bir kurumdur. Yaşlılar konseyi, genellikle toplumun bilgi birikimini, tecrübesini ve kültürel değerlerini temsil eder. Bu konsey, toplumsal anlaşmazlıkları çözme, kaynakları yönetme, cezaları belirleme ve önemli törenleri düzenleme gibi görevleri yerine getirir. Kitapta, yaşlılar konseyinin her zaman toplumun refahına hizmet etmediği, bazen kendi çıkarlarını koruduğu veya geleneksel uygulamalara körü körüne bağlı kaldığı belirtilmektedir. Ancak, yaşlılar konseyi, birçok toplumda toplumsal istikrarı ve devamlılığı sağlayan önemli bir kurum olarak kabul edilir.

Toplumsal Liderlik (social leadership): Bir toplumda, diğer insanları etkileme, yönlendirme ve motive etme yeteneğine sahip olan bireylerin rolü ve davranışlarıdır. Toplumsal liderler, siyasi liderler, dini figürler, şefler, büyük adamlar, kanaat önderleri veya toplumsal hareketlerin öncüleri olabilir. Toplumsal liderlik, toplumun hedeflerini belirlemede, sosyal değişimi teşvik etmede, sorunları çözmede ve toplumsal dayanışmayı güçlendirmede önemli bir rol oynar. Kitapta, toplumsal liderlerin her zaman toplumun en iyi çıkarlarını gözetmediği, bazen baskıcı veya manipülatif olabileceği de vurgulanmaktadır. Ayrıca, liderlerin kararlarının toplumsal çöküşlere de yol açabileceği belirtilmiştir. Toplumsal liderlik, toplumların adaptasyon süreçlerini ve sosyal yapısını şekillendiren önemli bir faktördür.

Ritüeller (rituals): Bir toplumda veya grupta, belirli zamanlarda ve durumlarda tekrarlanan, sembolik anlamlar taşıyan ve genellikle dini veya toplumsal bir amacı olan davranış kalıplarıdır. Ritüeller, toplumsal dayanışmayı güçlendirebilir, kültürel değerleri aktarabilir, bireyleri belirli bir olaya hazırlayabilir ve belirsizliği azaltarak kaygıyı giderebilir. Kitapda, ritüellerin her zaman olumlu etkileri olmadığı, bazı ritüellerin maladaptif olabileceği veya toplumun bazı üyelerine zarar verebileceği belirtilmektedir. Örneğin, Marind-anim toplumunun ritüel ilişki uygulamasının aslında kadınların doğurganlığını azaltarak nüfusun azalmasına yol açtığı belirtilmiştir. Ritüeller, toplumların kültürel ve sosyal hayatının önemli bir parçasını oluşturur.

Büyüsel Düşünce (magical thinking): Doğal olayların nedenlerini ve sonuçlarını açıklarken mantık dışı ve doğaüstü nedenlere dayanan bir düşünce biçimidir. Büyüsel düşünce, semboller, ritüeller, büyüler ve doğaüstü güçler aracılığıyla olayların kontrol edilebileceğine inanmayı içerir. Kitapda, büyüsel düşüncenin birçok toplumda yaygın olduğu, ancak bu düşünce biçiminin bazen yanlış inançlara ve zararlı uygulamalara yol açabileceği belirtilmiştir. Örneğin, cadılık inançlarının masum insanların ve hayvanların katledilmesine yol açtığı belirtilmiştir. Büyüsel düşünce, insanların belirsizlik ve korkularla başa çıkma şekillerinden biridir ve kültürel inanç sistemlerinin önemli bir parçasıdır.

Doğaüstü Fenomenler (supernatural phenomena): Doğal yasalarla açıklanamayan, mantık ötesi ve olağanüstü kabul edilen olaylardır. Bu fenomenler, ruhlar, tanrılar, melekler, cinler, büyü, kehanet ve mucizeler gibi unsurları içerebilir. Kitapda, doğaüstü fenomenlere olan inancın birçok toplumda yaygın olduğu ve insanların bu inançlara dayanarak kararlar alabildiği belirtilmiştir. Örneğin, bazı toplumlarda savaşlara ne zaman başlanacağı veya nerede balık tutulacağı gibi kararların kehanetlere veya rüyalara dayandığı görülmektedir. Doğaüstü fenomenler, insanların dünya ve evren hakkındaki anlayışlarını şekillendirir, kültürel inanç sistemlerinin temelini oluşturur ve toplumsal davranışları etkiler.

Tabular (taboos): Bir toplumda, yasaklanmış, kaçınılması gereken ve genellikle doğaüstü cezalara yol açabileceğine inanılan davranışlar, eylemler, yiyecekler veya nesnelerdir. Tabular, toplumsal düzeni sağlamak, ahlaki değerleri korumak, tehlikeleri önlemek veya kutsal görülen şeylere saygı göstermek amacıyla oluşturulur. Kitapda, tabuların bazı toplumlarda stres yarattığı, korkuya ve kaygıya neden olduğu belirtilmiştir. Örneğin, İnuit toplumunda tabuların korku yarattığı ve bu durumun insanların psikolojik sağlığını olumsuz etkilediği ifade edilmiştir. Tabular, toplumsal normların ve kültürel değerlerin önemli bir parçasını oluşturur.

Sempatik Büyü İlkeleri (principles of sympathetic magic): Benzerlik veya temas yoluyla bir nesne veya kişiyi etkileyebileceğine inanılan büyülü düşünce prensipleridir. Benzerlik ilkesi, bir nesneye benzeyen başka bir nesnenin de benzer özelliklere sahip olacağı ve dolayısıyla birbirlerini etkileyebileceği fikrine dayanır. Temas ilkesi ise, bir zamanlar temas halinde olan nesnelerin birbiri üzerinde etkili olabileceğini öne sürer. Kaynaklarda, sempatik büyü ilkelerinin birçok toplumda yaygın olduğu belirtilmiştir. Bu ilkeler, büyüsel ritüelleri, tıbbi uygulamaları, avcılık tekniklerini ve diğer birçok kültürel etkinliği etkiler. Sempatik büyü ilkeleri, insan zihninin işleyişini ve kültürel inançların oluşumunu anlamak için önemlidir.

Geçim Faaliyetleri (subsistence activities): Bir toplumun temel ihtiyaçlarını (yiyecek, barınak, giyecek vb.) karşılamak için yaptığı ekonomik etkinliklerdir. Geçim faaliyetleri, avcılık, toplayıcılık, balıkçılık, tarım ve hayvancılık gibi farklı yöntemleri içerebilir. Kitapda, geçim faaliyetlerinin toplumların yaşam biçimlerini ve sosyal yapılarını önemli ölçüde etkilediği belirtilmektedir. Bazı toplumların geçim faaliyetlerinin çevreye daha az zarar verirken, bazılarının daha yıkıcı olabildiği vurgulanmaktadır. Ayrıca, geçim faaliyetlerinin verimliliği ve sürdürülebilirliği, toplumların adaptasyon başarısını doğrudan etkileyebilir. Kitap, geçim faaliyetlerinin her zaman optimal olmadığı, bazen toplumların ihtiyaçlarını tam olarak karşılayamadığı veya zararlı uygulamaları içerebildiği örnekler sunar.

Arazi Temizleme Tarımı (Swidden Agriculture): Genellikle tropikal bölgelerde uygulanan, ormanlık alanların kesilip yakılmasıyla tarım arazisi açılmasına dayanan bir tarım yöntemidir. Yanan bitki örtüsünün külleri, toprağı geçici olarak zenginleştirir. Ancak bu yöntem, toprağın verimliliğinin kısa sürede azalmasına ve arazinin terk edilmesine yol açar. Kitapda, arazi temizleme tarımının sürdürülebilir bir yöntem olmadığı ve çevresel bozulmaya katkıda bulunduğu belirtilmektedir. Bununla birlikte, bazı durumlarda arazi temizleme tarımının, toplumların ihtiyaçlarını karşılama şekli olduğu ve ekonomik bir adaptasyon olarak görüldüğü de ifade edilmektedir. Arazi temizleme tarımı, kısa vadede verimli olabilir, ancak uzun vadede çevresel ve sosyal sorunlara yol açabilir.

Ekonomik Üretkenlik (economic productivity): Bir toplumun veya bir bireyin, belirli bir zaman diliminde ürettiği mal ve hizmetlerin miktarı ve değeridir. Ekonomik üretkenlik, kaynakların etkin kullanımını, teknolojik gelişmeyi ve iş gücünün verimliliğini içerir. Kitapda, ekonomik üretkenliğin her toplumda farklı düzeylerde olduğu ve bazı toplumların diğerlerinden daha üretken olduğu belirtilmektedir. Ancak, yüksek ekonomik üretkenliğin her zaman toplumların refahıyla aynı anlama gelmediği, bazen eşitsizlik ve çevresel bozulmaya yol açabileceği vurgulanmaktadır. Ekonomik üretkenlik, toplumların hayatta kalma ve gelişme potansiyelini etkileyen önemli bir faktördür, ancak sürdürülebilirlik ve eşitlik ilkeleriyle dengelenmelidir.

Çevresel Bozulma (environmental degradation): Doğal çevrenin, insan faaliyetleri veya doğal nedenlerle zarar görmesi, kalitesinin düşmesi ve ekolojik dengenin bozulmasıdır. Çevresel bozulma, ormanların yok edilmesi, toprak erozyonu, su kirliliği, hava kirliliği, biyoçeşitliliğin azalması ve iklim değişikliği gibi çeşitli sorunları içerir. Kitapda, çevresel bozulmanın birçok toplum için ciddi bir tehdit olduğu ve bazı toplumların bu nedenle yok olmaya kadar gidebildiği belirtilmektedir. Bazı toplumların geçim faaliyetlerinin çevresel bozulmaya katkıda bulunduğu, ancak bazı toplumların çevrelerine daha iyi uyum sağladığı da vurgulanmaktadır. Çevresel bozulma, hem insan sağlığını hem de toplumların uzun vadeli refahını olumsuz etkiler ve sürdürülebilir kalkınma çabalarını zorlaştırır.

Bireysel ve Toplumsal Rasyonellik (individual and collective rationality): Bireysel rasyonellik, bir bireyin kendi amaçlarına ulaşmak için mantıklı ve tutarlı kararlar verme yeteneğini ifade ederken, toplumsal rasyonellik, bir toplumun kolektif olarak iyiliğini veya refahını artırmaya yönelik kararlar alabilme kapasitesini ifade eder. Kitapda, insanların her zaman rasyonel kararlar alamadığı ve hem bireysel hem de toplumsal düzeyde rasyonelliğin sınırları olduğu belirtilmektedir. Toplumsal rasyonellik, bireysel çıkarlarla çatışabilir ve bazı durumlarda toplumsal kararlar, bireylerin ihtiyaçlarını tam olarak karşılamayabilir. Kitap, bazı toplumların daha rasyonel kararlar alırken, bazılarının maladaptif inanç ve uygulamaları sürdürebildiğini belirtmektedir.

Sınırlı Rasyonellik (bounded rationality): İnsanların bilgi işleme kapasitesinin sınırlı olması ve karar verme süreçlerinde tüm bilgilere erişememesi nedeniyle rasyonel kararlar alma yeteneklerinin kısıtlı olmasıdır. Bu kavram, insanların mükemmel rasyonellik yerine, mevcut bilgilerle ve bilişsel sınırlamalarıyla en iyi kararları almaya çalıştığını ifade eder. Kitapda, insanların bilgi alma, saklama, geri getirme ve işleme konularında sınırlı yeteneklere sahip olduğu ve bu nedenle kaçınılmaz olarak kusurlu kararlar verebildikleri belirtilmektedir. Bağlı rasyonellik, insanların karar alma süreçlerini ve hatalarını anlamak için önemli bir kavramdır.

Heuristikler (heuristics): Karmaşık sorunları çözmek veya kararlar almak için kullanılan basit ve pratik kurallardır. Heuristikler, karmaşık bilgi işleme süreçlerini basitleştirerek daha hızlı ve kolay karar vermeyi sağlar. Ancak, heuristiklerin her zaman doğru veya optimal sonuçlar vermediği ve hatalı sonuçlara yol açabileceği de bilinmelidir. Kitapda, insanların, özellikle de halk toplumlarında yaşayanların, karar alma süreçlerinde sıklıkla heuristiklere dayandığı ve bu heuristiklerin bazen yanlış veya yetersiz bilgilere dayalı sabit fikirler geliştirmelerine neden olduğu belirtilmektedir. Heuristikler, insan düşüncesinin ve davranışının önemli bir yönünü oluşturur.

Kültürel İnançlar (cultural beliefs): Bir toplumun dünya, evren, insan doğası, iyi-kötü, doğru-yanlış gibi konulardaki ortak kabul gören düşünce sistemleridir. Kültürel inançlar, değerler, normlar, ritüeller ve gelenekler aracılığıyla ifade edilir ve toplumların kimliğini, davranışlarını ve yaşam biçimlerini şekillendirir. Kitapda, kültürel inançların toplumlar için büyük önem taşıdığı, ancak her zaman adaptif veya faydalı olmadığı, bazı inançların toplumların sağlığına veya hayatta kalmasına zarar verebileceği belirtilmektedir. Kültürel inançlar, insanların dünyayı anlamlandırmasına ve toplumsal düzeni sağlamasına yardımcı olur, ancak eleştirel bir değerlendirmeye tabi tutulmaları da önemlidir.

Yanlış Bilgiye Dayalı Sabit Fikirler (fixed opinions based on false information): Yetersiz veya hatalı bilgilere dayanan ve yeni kanıtlar ortaya çıktığında bile değişmeyen düşüncelerdir. Yanlış bilgiye dayalı sabit fikirler, önyargıları, dogmaları ve batıl inançları içerebilir ve insanların gerçekliği çarpıtmasına ve hatalı kararlar vermesine neden olabilir. Kitapda, insanların, özellikle halk toplumlarında yaşayanların, sıklıkla yanlış bilgilere dayalı sabit fikirlere sahip olduğu ve bu fikirlere sıkı sıkıya bağlı kaldığı belirtilmektedir. Bu durum, bazı toplumların maladaptif uygulamaları sürdürmesine ve değişime direnç göstermesine neden olabilmektedir. Yanlış bilgiye dayalı sabit fikirler, bireylerin ve toplumların gelişmesine engel olabilir ve eleştirel düşünce ile sorgulanmaları önemlidir.

Kültürel Evrim (cultural evolution): Kültürel evrim, toplumların zaman içinde geçirdiği değişim ve gelişim sürecidir. Bu süreç, inanç sistemlerinin, değerlerin, normların, teknolojilerin ve sosyal yapıların nesilden nesile aktarılması ve dönüştürülmesiyle gerçekleşir. Kitapda, kültürel evrimin, biyolojik evrime benzer şekilde, adaptasyon, maladaptasyon ve çeşitlilik unsurlarını içerdiği belirtilir. Kültürel evrim, toplumların çevreleriyle ve birbirleriyle etkileşimleri sonucunda ortaya çıkar ve bu süreçte hem olumlu hem de olumsuz sonuçlar görülebilir. Bazı kültürel pratiklerin toplumların hayatta kalmasını kolaylaştırırken, bazılarının onları zayıflattığı örneklerle açıklanır....

Geleneksel Çözümler (traditional solutions): Toplumların uzun süre boyunca geliştirdiği ve uyguladığı, karşılaştıkları sorunlara yönelik çözüm yöntemleridir. Bu çözümler, geçmişten gelen bilgi birikimine, deneyime ve kültürel normlara dayanır. Kitapda, geleneksel çözümlerin bazen çok etkili ve adaptif olabileceği, ancak her zaman optimal olmadığı ve bazı durumlarda toplumların yeni sorunlar yaratmasına neden olabileceği belirtilmektedir... Geleneksel çözümlerin, toplumların sosyal yapılarını ve kültürel kimliklerini korumada önemli bir rol oynadığı, ancak değişen koşullara uyum sağlamada yetersiz kalabileceği ifade edilir...

Sosyal Değişim (social change): Toplumların sosyal yapısında, kurumlarında, normlarında ve değerlerinde meydana gelen dönüşümlerdir. Sosyal değişim, içsel faktörler (nüfus artışı, teknolojik gelişmeler, kültürel yenilikler) veya dışsal faktörler (savaşlar, doğal afetler, sömürgecilik) nedeniyle tetiklenebilir. Kitapda, sosyal değişimin her zaman olumlu sonuçlar doğurmadığı, bazen toplumları daha iyiye götürürken bazen de dağılmalara veya sosyal sorunlara yol açabileceği vurgulanmaktadır.... Sosyal değişim, toplumların adaptasyon süreçlerini ve kültürel evrimini önemli ölçüde etkiler ve bazı toplumların bu değişimlere uyum sağlamakta zorlanabileceği ifade edilir.

İnsan Yaratıcılığı ve Çeşitliliği (human creativity and diversity): İnsanların yeni fikirler üretme, sorunlara farklı çözümler bulma ve toplumsal yaşamlarını zenginleştirmek için çeşitli yollar geliştirme yeteneğidir. Kitapda, insan yaratıcılığının, kültürel evrimin itici gücü olduğu ve toplumların adaptasyon becerilerini geliştirdiği belirtilir. İnsan çeşitliliği, farklı kültürlerin, inançların, değerlerin ve yaşam biçimlerinin varlığıdır ve bu çeşitliliğin hem toplumsal zenginliği arttırdığı hem de farklı adaptasyon stratejileri sunarak insanlığın hayatta kalma potansiyelini güçlendirdiği vurgulanır.... Ancak bazen bu yaratıcılık ve çeşitlilik, çatışma ve sosyal sorunlara da yol açabilir.

Çok uzun ve kapsayıcı bir sözlük oldu. Özellikle Sınırlı rasyonalite ifadesi benim çok ilgimi çekti. Herber Simon, Kahneman, Tiversky gibi isimlerin de dahil olduğu çok derin bir araştırma konusu. İnsanın rasyonel bir canlı olmadığını artık biliyoruz ama işin garibi tamamen irrasyonel de değiliz. Peki ama, biz neyiz? Niye böyleyiz? Tabi ki milyarlarca insan içinde tamamen rasyonel olanlar da var hiç rasyonel olmayanlar da yani dağılımın olduğu çan eğrisi burada da mevcut. Ama rasyonaliteye sahip toplumlar her yerde aynı ortalamaya mı sahip? Acaba Avrupa ile Orta Doğu aynı çan eğrisine mi sahip. Bu çan eğrilerinin orta noktaları benzer mi? Sanmıyorum. 

Her neyse konuyu dağıtmadan kitaba geçeyim ve son bölümü de bitirelim. Geriye bir tek sonuç bölümü kalıyor. O da 7 sayfalık kısa bir bölüm. Sanırım onu da son bir yazıyla ele alıp bu konuyu kapatacağım.

Edgerton, küçük ölçekli, sanayi öncesi toplumlarda insanların ekolojik bilgeliği ve rasyonel karar alma süreçleri hakkındaki tartışmaları ele alıyor. Bazıları, bu toplumların doğayla uyum içinde yaşadığını ve doğal korumacılar olduklarını vurgulasa da, Harms gibi araştırmacılar, bunun her zaman geçerli olmadığını belirtiyor. Örneğin, Zaire’deki Nunu halkının bazı ekonomik uygulamalarının çevreye zarar verdiği gözlemlenmiş. Edgerton, küçük ölçekli toplumların bilinçli kararlar alıp almadığı sorusu karmaşıktır diyor. Bazı durumlarda, bitkileri ve hayvanları sınıflandırma, yeni tarım yöntemleri deneme gibi bilimsel bir yaklaşım sergiledikleri görülse de, bu kararların rasyonelliği bağlama bağlıdır.

Karar alma süreçlerinde liderler, yaşlılar meclisi veya savaş liderleri gibi otoriteler devreye girebilir. Örneğin, Kalahari Çölü’ndeki San halkı, avlanma kararlarını yoğun tartışmalarla alırken, Sebei ve Cheyenne gibi gruplar bilinçli olarak yasalarını değiştirmiş. Ayrıca, yeniliklerin bazen ekolojik gerekçelerle reddedildiği veya ilk bakışta israf gibi görünen uygulamaların aslında adaptif olduğu gösterilmiş. Genel olarak, insanların geçimle doğrudan bağlantılı konularda daha rasyonel davranma eğiliminde oldukları, ancak geçimden uzaklaştıkça inanış ve uygulamalarında irrasyonel unsurların arttığı ifade ediliyor.

Sayfa 197:

There is ample evidence, for example, that people in many societies can provide no rational reason for clinging to certain beliefs or practices, and some of their most important decisions-when to raid an enemy, where to fish, whom to fear-are based on prophecies, dreams, divination, and other supernatural phenomena. And even when people attempt to make rational decisions, they often fail. For one thing, no population, especially no folk population, can ever possess all the relevant knowledge it needs to make fully formal decisions about its environment, its neighbors, or even itself. 27 What is more, there is a large body of research involving human decision making both under experimental conditions and in naturally occurring situations showing that individuals frequently make quite poor decisions, especially when it comes to solving novel problems or ones requiring the calculation of the probability of outcomes, and these are precisely the kinds of problems that pose the greatest challenges for human adaptation. 28 In general, humans are not greatly skilled in assessing risk, especially when the threat is a novel one, and they tend to underestimate the future effects of warfare and technological or economic change. Even when disasters such as droughts, floods, windstorms, or volcanic eruptions recur periodically, people consistently misjudge their consequences. 29They also do not readily develop new technology, even when environmental stress makes technological change imperative. 30 Western economists use the concept of bounded rationality to refer to people's limited ability to receive, store, retrieve, and process information, and economic decision theory takes these limitations into account. Because of these cognitive limitations, along with imperfect knowledge of their environment, people inevitably make imperfect decisions. 31”

“Örneğin, pek çok toplumda insanların belirli inanç ve uygulamalara bağlı kalmaları için hiçbir mantıklı neden gösteremediklerine ve en önemli kararlarından bazılarının -düşmana ne zaman baskın yapılacağı, nerede balık tutulacağı, kimden korkulacağı- kehanetlere, rüyalara, kehanetlere ve diğer doğaüstü olaylara dayandığına dair çok sayıda kanıt bulunmaktadır. Ve insanlar rasyonel kararlar almaya çalıştıklarında bile, genellikle başarısız olurlar. Bir kere, hiçbir nüfus, özellikle de hiçbir halk nüfusu, çevresi, komşuları ve hatta kendisi hakkında tamamen resmi kararlar vermek için ihtiyaç duyduğu tüm ilgili bilgilere sahip olamaz. 27 Dahası, hem deneysel koşullar altında hem de doğal olarak meydana gelen durumlarda insanların karar vermesini içeren geniş çaplı araştırmalar, bireylerin özellikle yeni problemleri çözerken veya sonuçların olasılığını hesaplamayı gerektiren problemlerde sıklıkla oldukça zayıf kararlar verdiklerini göstermektedir ve bunlar tam olarak insan adaptasyonu için en büyük zorlukları oluşturan problem türleridir. 28 Genel olarak insanlar, özellikle de tehdit yeni bir tehdit olduğunda, riski değerlendirme konusunda çok yetenekli değildir ve savaşın ve teknolojik ya da ekonomik değişimin gelecekteki etkilerini hafife alma eğilimindedirler. Kuraklık, sel, rüzgar fırtınası veya volkanik patlamalar gibi felaketler periyodik olarak tekrarlandığında bile insanlar bunların sonuçlarını sürekli olarak yanlış değerlendirmektedir. 29 Ayrıca, çevresel stres teknolojik değişimi zorunlu kılsa bile, yeni teknolojiyi kolayca geliştirmezler. 30 Batılı ekonomistler sınırlı rasyonalite kavramını insanların bilgiyi alma, saklama, geri getirme ve işleme konusundaki sınırlı yeteneklerini ifade etmek için kullanırlar ve ekonomik karar teorisi bu sınırlamaları dikkate alır. Bu bilişsel sınırlamalar ve çevreleri hakkındaki eksik bilgiler nedeniyle insanlar kaçınılmaz olarak kusurlu kararlar verirler. 31

Bu paragraf bence maladaptasyonun kalbini oluşturuyor. Burada kullanılan referansları ekliyorum.

27. KuRAN, T. 1988. The Tenacious Past: Theories of Personal and Collective Conservation. Journal of Economic Behavior and Organization 10:143-171.

28. Nisbet and Ross (1980); Orr (1979); Shweder (1980). See also Douglas and Wildavsky (1982). 

NISBET, R. , AND L. Ross. 1980. Human Inference: Strategies and Shortcomings of SocialJudgment. Englewood Cliffs, NJ: Prentice-Hall.

ORR, D. W. 1979. "Catastrophe and Social Order. " Human Ecology 7:41-52.

SHWEDER, R. A.  1980. "Rethinking Culture and Personality Theory. Part III. From Genesis and Typology to Hermeneutics and Dynamics. " Ethos 8:60-94.

DOUGLAS, M ., AND A. WILDAVSKY.  1982. Risk and Culture: An Essay on the Selection of Technological and Environmental Dangers. Berkeley: University of California Press.

29. LUMSDEN , C. J., AND E. 0. WILSON.  1981. Genes, Mind and Culture. Cambridge: Harvard University Press.

30.  COWGILL, G. L.  1975. "On Causes and Consequences of Ancient and Modem Population Changes." American Anthrop()'logist 77:505-525

31. Kuran (1988).

Bu müthiş  kitapta kullanılan yüzlerce kaynaktan birkaçı. Ben Kuran’ın makalesini buldum ve orada Herbert Simon ile karşılaştım. Sınırlı Rasyonellik kavramını ortaya atan o olmuş. Bu arada “Kuran” olan referans Timur Kuran adında bir Türk. Babası Boğaziçi Üniversitesinin kurucu rektörüymüş sanırım. Bu vesile ile onu da öğrenmiş oldum. Hakkında bir çok bilgi bulabileceğimiz kaynak var.

Şimdi alıntıya dönersek. İnsanlar yeterli bilgiye sahip olamıyorlar, risk değerlendirme konusunda yetenekli değiller, bilişsel olarak sınırlı kapasiteye sahipler ve çevreleri onları yeni bir teknoloji geliştirmeye zorlasa da bunu kolaylıkla beceremiyorlar. Yani ortalama insandan bahsediyoruz. Burada bilgi en önemli kriter bence. Bilimsel bilginin keşfi insanın gelişiminde çok önemli bir yere sahip. MÖ 5. yy da antik Yunanda başlayan bu serüven kesintilere uğrayarak önce Araplara sonra da Avrupaya geçti. araplar bilimsel bilginin ne kadar değerli olduğunu göremediler. Bu konu Avrupalı bilim insanlarının tekeline girdi ve günümüze kadar geldik. 

Her şeyin başı bilgi. İnsan belirsizliğe tahammül edemiyor ve aynı zamanda meraklı da. Başına gelen şeylere cevaplar arıyor. Doğru veya yanlış bir şekilde bazı cevaplar da uyduruyor. Bu cevaplar bilimsel olmadığında iş, hayal gücüne kalıyor. Mitolojiler, masallar, doğaüstü güçler, canavarlar, melekler, şeytanlar, tanrılar vs… İnsan bilmek istiyor ve bunun için kendi kapasitesi ölçüsünde çaba harcıyor. Her insanın zekası gelişmiş değil. Her insan duygularını anlamakta yetenekli değil. Her insan gerçekliği olduğu gibi görme yeteneğine sahip değil. durum böyle olunca, korkularımız, kaygılarımız bizleri yönlendiriyor. Rasyonel şekilde yani mantık çerçevesinde, aklımızı kullanarak cevaplar bulmak her babayiğidin harcı değil. En az emekle en basit çözümü bulduğumuzda tatmin olursak daha iyisi, daha karmaşığı karşımıza çıktığında bunu görmezden gelme eğilimimiz var. Atalarımızın bize sunduğu cevapları sorgulamadan, bu cevaplarla yetinerek yaşamak daha kolay. Zaten sınırlı bir zekaya sahip bir insanın daha ötesini anlayacak kapasitesi de yok ki. 

Bu çok kritik bir konu olduğu için daha çok yazasım var ama kitabın akışını bozmamak için tutuyorum kendimi ve devam ediyorum. 

Sayfa 197:

“Richard Shweder has reminded us that "there is more to thinking than reason and evidence," but he does not deny that humans are sometimes non- or irrational, 32 a point vividly made by Dan Sperber, who wrote that "apparently irrational cultural beliefs are quite remarkable: they do not appear irrational by slightly departing from common sense, or timidly going beyond what the evidence allows. They appear, rather, like down-right provocations against common sense rationality. "33 As Sperber and others have pointed out, people in many folk societies are convinced that humans or animals can be in two places at the same time, can transform themselves into other kinds of creatures or become invisible, and can alter the physical world in various ways through their own beliefs. They also think magically at least some of the time; indeed, it is very likely that the principles of sympathetic magic are universally present because the human mind has evolved to think in these ways. 34 Moreover, all available evidence indicates that humans, especially those who live in folk societies, base their decisions on heuristics that permit and even encourage them to develop fixed opinions despite the fact that these opinions are based on inadequate or false information. These same heuristics also encourage people to cling to their opinions even when considerable evidence to the contrary becomes available. As Shweder has concluded, human thought is ". . . limited to its scientific procedures, unsophisticated in abstract reasoning, and somewhat impervious to the evidence of experience."35

"Richard Shweder bize ‘düşünmek, akıl ve kanıttan daha fazlasıdır’ diye hatırlatmıştır, ancak insanların bazen akıl dışı (non rational) ya da akılsız (irrasyonel) olduğunu inkâr etmez; 32 bu nokta Dan Sperber'in şu sözleriyle çarpıcı bir şekilde ifade edilmiştir: “Görünüşte irrasyonel olan kültürel inançlar oldukça dikkat çekicidir: bunlar, sağduyudan biraz saparak ya da kanıtların izin verdiğinin ötesine ürkekçe geçerek irrasyonel görünmezler. Daha ziyade, sağduyulu rasyonaliteye karşı düpedüz provokasyonlar gibi görünürler.” 33 Sperber ve diğerlerinin işaret ettiği gibi, pek çok halk toplumunda insanlar insanların veya hayvanların aynı anda iki yerde bulunabileceğine, kendilerini başka türden canlılara dönüştürebileceklerine veya görünmez olabileceklerine ve kendi inançları aracılığıyla fiziksel dünyayı çeşitli şekillerde değiştirebileceklerine inanmaktadır. Ayrıca en azından bazı zamanlarda sihirli bir şekilde düşünürler; gerçekten de sempatik sihir ilkelerinin evrensel olarak mevcut olması çok muhtemeldir çünkü insan zihni bu şekillerde düşünmek üzere evrimleşmiştir. 34 Dahası, mevcut tüm kanıtlar, insanların, özellikle de halk toplumlarında yaşayanların, kararlarını, bu görüşlerin yetersiz veya yanlış bilgilere dayandığı gerçeğine rağmen sabit fikirler geliştirmelerine izin veren ve hatta teşvik eden sezgisel yöntemlere dayandırdıklarını göstermektedir. Aynı sezgisel yöntemler, aksi yönde önemli kanıtlar ortaya çıktığında bile insanları kendi görüşlerine bağlı kalmaya teşvik etmektedir. Shweder'in de belirttiği gibi, insan düşüncesi “... bilimsel prosedürlerle sınırlı, soyut muhakeme konusunda gelişmemiş ve deneyimin kanıtlarına karşı bir şekilde duyarsızdır. ”35

Edgerton insanı anlamaya çalışıyor. Neyi, neden yaptığımızı anlamaya çalışıyor. Maladaptasyonun arkasında ne yattığını görmeye çalışıyor. Bunun için de insanı tanımamız, insanı anlamamız gerekiyor.  

Düşünmek, akıl, mantık, muhakeme, kanıt, bilimsel bilgi, bir tarafta akılsızlık, saçmalık, içgüdü, mantıksızlık, sihir, büyü diğer tarafta. Bu iki konuyu anlamak için evrimsel tarihimize bakmamız gerekiyor. Bizlerin hayatta kalması ve üremesi için kullandığımız özelliklerimiz neler? Bundan milyon yıl önce başlayan ve son 300 bin yılda doruk noktasına ulaşan insan olma serüvenimizde hayatta kalmak için hangi özelliklerimizi kullandık? 

Eğri oturup doğru konuşmamız gerekiyor. Bizim rasyonel, mantıklı, akıllı bir canlı olduğumuza dair bir yargımız var. Bir çok durumda doğru da olabilir ama akıl, doğamızda var olan bir özellik mi yada sonradan edindiğimiz bir özellik mi? Evrimsel tarihimizde mantık, akıl, rasyonalite artık adına ne dersek diyelim ne zaman devreye girdi?

İnsan, sezgiler, duygular ve geleneklerle hareket edebilme kapasitesine sahip. İlk insanlar için hayatta kalmak için hangi özelliklerin gelişmiş olması gerekiyordu?  içgüdüler, çevresel tehditlere hızlı tepkiler, grup içi dayanışma vb gibi özellikler gerekiyordu. Rasyonel düşünce, yani kanıtlara dayalı mantıklı bir düşünme biçimi bizi hayatta tutmak için gerekli bir özellik değildi. Büyük olasılıkla tarım devrimi (yaklaşık 10 bin yıl önce) ve yazının bulunmasıyla (5 bin yıl önce) akıl gerçek anlam da hayatımıza girdi. Tabi ki daha önce akılsız değildik ama akıl da hayatta kalmamız için gerekli olan ilk özellik değildi. 

Sezgiler, duygular, içgüdüler bizi hayatta tutmak için yeterliydi, işe yarıyorlardı. İşe yaradıkları sürece de yerine başka şey koymaya gerek yoktu. Avcı toplayıcı olduğumuz yüz binlerce yıl boyunca çok basit bir düzen içinde yaşadık. 50-100 kişilik gruplar halinde yaşayan bir sosyal örgütlenme modelimiz vardı. Çözmemiz gereken sorunlar ve bunları çözmek için ürettiğimiz yöntemler belliydi. İster uyumlu olsun ister sağlıksız uyumlu dertlerimiz bir şekilde çözüyorduk. Ta ki tarımı keşfedene kadar. Yerleşik hayata geçene kadar, nüfusumuz artana kadar. Nüfus arttıkça evrimsel kökenimizde olmayan yep yeni sorunlarla karşılaştık. Henüz çözüm üretemediğimiz bu yeni sorunlara bildiğimiz şekilde çözüm üretmeye çalıştık ve çoğu durumda başarısız olduk. Başarısız olanlar yenildiler, elendiler ve sonunda kazananlar bugünkü medeniyeti kurmuş oldular. 

Sayfa 198:

“None of this should be surprising, really, for no less rational a thinker than Aristotle was convinced that male babies were conceived at times when a strong north wind blew, and despite many generations of secular education, contemporary Americans continue to be less than fully rational. Various surveys have reported that 80 percent of contemporary Americans still believe that God works miracles, 50 percent believe in angels, and more than a third believe in a personal devil. 36 As I mentioned before, our ability to identify the risks in our environment is far from perfect. Mary Douglas and Aaron Wildavsky noted in their study of risk assessment, that all populations concentrate on only a few of the dangers that confront them and ignore the remainder, including some that are manifestly dangerous.”

“Bu durum gerçekten şaşırtıcı olmamalı, çünkü Aristoteles kadar rasyonel bir düşünür bile erkek bebeklerin güçlü bir kuzey rüzgarının estiği zamanlarda dünyaya geldiğine inanıyordu ve birçok nesil boyunca laik eğitim alınmasına rağmen, günümüz Amerikalıları hâlâ tam anlamıyla rasyonel olmaktan uzaktır.  Çeşitli anketler, günümüz Amerikalılarının yüzde 80'inin hala Tanrı'nın mucizeler yarattığına, yüzde 50'sinin meleklere ve üçte birinden fazlasının da kişisel bir şeytana inandığını bildirmiştir. 36 Daha önce de belirttiğim gibi, çevremizdeki riskleri tespit etme kabiliyetimiz mükemmel olmaktan uzaktır. Mary Douglas ve Aaron Wildavsky risk değerlendirmesi üzerine yaptıkları çalışmada, tüm toplumların karşılarına çıkan tehlikelerden yalnızca birkaçına odaklandıklarını ve açıkça tehlikeli olanlar da dahil olmak üzere geri kalanları görmezden geldiklerini belirtmişlerdir.” 

Dindarlık, din, dini inançlar varlığını çok güçlü şekilde sürdürüyorlar. Dinin psikolojik ve toplumsal kökenlerini anlıyorum. İnsanların öleceklerini biliyor olmaları, ölüm korkuları, bu dünyanın adaletsiz oluşu, eşitsizliğin getirdiği çaresizlik vs. bir çok sebep var. Fakat psikolojik ve sosyolojik boyutunun yanı sıra insanın dindar olmasının arkasında bilişsel yetersizlikler de var. İnsanların tamamı aynı sebepten bir dine inanmıyor ama ortalama zeka ile dindarlık arasında bir ilişki olduğunu hissediyorum. Komplo teorilerine inananlar, astrolojiye inananlar, batıl inançlara sahip olanlar, Hıdırellezde gül ağacının altına resim çizip koyanlar, bir ağaca bez bağlayıp dilek tutanlar vs. saymakla bitmez. Tüm bunların arkasında illa ki psikolojik ve sosyolojik nedenler var ama bir o kadar da akılsal nedenler de var. Bunun evrimsel tarihimiz bize gösteriyor. Bu kadar maladaptif inanç ve uygulamanın da arkasında bu bilişsel sınırlılıklarımız yer alıyor.

Kitaptan özet geçmeye  devam edeyim. Thomas Gilovich, Amerikalıların, eğitimli olmalarına rağmen, kanıtlanabilir şekilde yanlış inançlara sıkıca bağlı kalmalarına neden olan bilişsel ve sosyal süreçleri açıklıyor. Örneğin, üniversite öğrencilerinin %58'inin astrolojik tahminlere inandığı ve %50'sinin Mısır piramitlerinin uzaylı yardımıyla yapıldığını düşündüğü belirtilmiş. Gilovich, bu tür yanlış inançların rastgele olaylara anlam yükleme ve sadece kendi inançlarını doğrulayan örnekleri hatırlama eğiliminden kaynaklandığını ifade ediyor.

Edgerton, Modern toplumlarda bile rasyonel olmayan kararlar yaygındır, bu durum mühendisler, doktorlar ve bilim insanları gibi en rasyonel kabul edilen gruplar arasında da görülür diyor.  Edgerton, tüm toplumlarda insanların bazen zarar verici hatalar yaptığını ve bu hataları sürdürme eğiliminde olduklarını vurguluyor.

Sayfa 199

“For people to optimize the adaptiveness of their beliefs and practices, they must not only think rationally, they must first be able to identify the problems that need to be solved. This is often difficult. Some problems, like changes in climate or soil erosion, develop so gradually that by the time they can be identified, no human response will be effective. Others, like the encroachment of diseases or the hazards of dietary change, may not be perceived as problems at all. Humans lived with the deadly hazard of malaria for millennia before it was finally understood very late in the nineteenth century that it was transmitted by mosquitoes. Many populations still do not understand the causes of malaria, schistosomiasis, and other deadly diseases. And still other phenomena may be perceived as problems but prove to be insoluble because the society is torn by conflicting values or interest groups.”

İnsanların inanç ve uygulamalarının uyumluluğunu optimize edebilmeleri için sadece rasyonel düşünmekle kalmamaları, öncelikle çözülmesi gereken sorunları tespit edebilmeleri gerekir. Bu genellikle zordur. İklim değişiklikleri veya toprak erozyonu gibi bazı sorunlar o kadar yavaş gelişir ki, tanımlanabildikleri zaman hiçbir insani müdahale etkili olmayacaktır. Hastalıkların yayılması ya da beslenme biçimindeki değişikliklerin yarattığı tehlikeler gibi diğerleri ise hiç sorun olarak algılanmayabilir. İnsanlar, on dokuzuncu yüzyılın sonlarına doğru sivrisinekler tarafından bulaştırıldığı anlaşılana kadar binlerce yıl boyunca ölümcül sıtma tehlikesiyle yaşamışlardır. Pek çok toplum hala sıtma, şistozomiyazis ve diğer ölümcül hastalıkların nedenlerini anlamış değildir. Ve diğer bazı fenomenler sorun olarak algılanabilir ancak toplumun çatışan değerler veya çıkar grupları nedeniyle çözümsüz kalabilir.”

Ne kadar can sıkıcı değil mi? Aslında sorun olan bir şeyi eğer sorun olarak algılamazsan çözülecek bir şey de ortada yok demektir. Süleyman Demirelin dediği gibi “eğer meseleleri, mesele etmezsen, ortada mesele kalmaz.” Bu durumda yaşadığımız şeyi öne görmeliyiz, sonra adını koymalıyız sonra onu sınıflandırmalı ve en sonunda bunun bir sorun olup olmadığına karar vermeliyiz. Fakat tüm bu sürecin başlaması için ilk olarak yaşadığımız şeyi görmemiz gerekiyor. Diyelim yaşadığımız şeye sorun diye ad koyduk bu sefer içinde olduğumuz diğer toplum üyelerini buna ikna etmemiz gerekiyor. Düşünen, gören, anlayanlar için gerçekten yaşaması zor bir dünyada yaşıyoruz. 

Edgerton, çeşitli toplumlarda insanlar, algıladıkları sorunlar hakkında endişelenir ve liderler, konseyler veya bürokrasiler aracılığıyla çözüm amaçlı kararlar alabilir diyor. Örneğin, Hawaii'de yiyecek tabu sisteminin kaldırılması veya Uganda’daki Sebei toplumunda Matui'nin klanlar arası şiddeti azaltan bir ritüel başlatması gibi örnekler, bazen uyumlu sonuçlar verebilir. Ancak, tarih boyunca liderlerin kararları genellikle optimal fayda sağlamaktan ziyade, Barbara Tuchman'ın The March of Folly kitabında belirttiği gibi, felaketle sonuçlanmış. Marvin Harris ise, kültürel evrimdeki büyük adımların genellikle bilinçli anlayış olmadan gerçekleştiğini savunur.

Küçük ölçekli toplumlarda sorunlara yönelik rasyonel ve hesaplanmış çözümler nadiren görülür. Çoğu insan günlük faaliyetlerini geleneksel yöntemlerle sürdürür ve temel değişiklikler genellikle dışsal olaylar (salgın, istilalar, kıtlık) ile tetiklenir. Halklar, genellikle geleneksel çözümlere bağlı kalır ve bu çözümler optimal olmaktan çok, yeterince işe yaradığı için değişime gerek duyulmaz. Örneğin, Efe topluluğunun ağla avlanmayı reddetmesi gibi, halklar genellikle risk ve çaba minimum düzeyde tutularak ekonomik stratejiler benimser.

Sonuç olarak, ne modern toplumlar ne de küçük ölçekli halklar her zaman en uyumlu kararları vermez. Çoğu zaman, mevcut koşullara uyum sağlanır, ancak bu uyum kalıcı veya mükemmel bir çözüm sunmaz.

Sayfa 201

“The message of this book is not that traditional beliefs and practices are never adaptive and that they never contribute to a population's well-being; and I am not claiming that people never think rationally enough to make effective decisions about meeting the challenges posed by their environments. To do so would be absurd. I am not arguing either that human behavior is driven solely by the socially disruptive aspects of biological predispositions; people are also predisposed to cooperate, be kind to one another, and sometimes even sacrifice their interests for the well-being of others.

Much of what we have learned about human history and human nature suggests a picture of human accomplishment, not discord, failure, or pathology. Throughout the world, people have developed effective techniques of hunting, gathering, herding, and gardening, domesticated plants and animals, built houses, developed trade, established meaningful religions, and learned to govern themselves. They have also created moving forms of music and dance and dazzling works of art. Visitors to the world's great museums still gaze in rapture at fabulous gold jewelry, masks, sculptures, baskets, pottery, and clothing that have been so intricately and tastefully moulded, woven, carved, sewn, incised, or painted that they endure as works of great art. They have also made formidable weapons and ingenious tools, devised majestic canoes and great pyramids, dug remarkable irrigation canals, and built great cities. . It is not just the so-called high civilizations of China, Mesopotamia, Egypt, India, Mexico and Peru that have filled museums with 'their works; small-scale societies from all over the world have left us evidence of their ingenuity and artistic ability-Inuit stone carving, Asante gold sculptures, Fijian tapa cloth, Tibetan weaving, Kirghiz saddles, Pomo feather baskets. And no one who has ever opened an anthropology textbook could fail to be impressed by humankind's ability to devise customs so incredibly diverse, so limitlessly inventive, that it is difficult to believe that these human creations would not make people's lives safe, satisfying, and meaningful.

Counterintuitive though it may seem after an exposure to this compelling record of human ingenuity, it must nevertheless be acknowledged that populations have not always gotten things right. Inefficiency, folly, venality, cruelty, and misery were and are also a part of human history. Human suffering is one result. To mention but one chilling example among a great many, the Chernobyl nuclear plant released more radioactivity than ten Hiroshima-sized bombs because, according to an engineer who helped construct the plant, there was almost incomprehensible inefficiency in design, construction, maintenance, and management of the facility. However, in an attempt to contain the disaster, Soviet fire fighters, electricians, engineers, doctors, nurses, helicopter pilots, scuba divers, and other workers rushed to Chernobyl without protective clothing, knowing full well that the radioactivity could kill them. 44 Incredible folly followed by incredible heroism is not a rare occurrence in human history.”

“Bu kitabın mesajı, geleneksel inanç ve uygulamaların asla uyarlanabilir olmadığı ve bir toplumun refahına asla katkıda bulunmadığı değildir; ve insanların çevrelerinin getirdiği zorluklarla başa çıkma konusunda etkili kararlar almak için asla yeterince rasyonel düşünmediklerini iddia etmiyorum. Bunu yapmak saçma olurdu. İnsan davranışının yalnızca biyolojik yatkınlıkların sosyal olarak yıkıcı yönleri tarafından yönlendirildiğini de iddia etmiyorum; insanlar aynı zamanda işbirliği yapmaya, birbirlerine karşı nazik olmaya ve hatta bazen başkalarının refahı için kendi çıkarlarını feda etmeye yatkındır.

İnsanlık tarihi ve insan doğası hakkında öğrendiklerimizin çoğu, uyumsuzluk, başarısızlık veya patoloji değil, insan başarısının bir resmini ortaya koymaktadır. Dünya genelinde insanlar etkili avcılık, toplayıcılık, çobanlık ve bahçecilik teknikleri geliştirmiş, bitki ve hayvanları evcilleştirmiş, evler inşa etmiş, ticareti geliştirmiş, anlamlı dinler kurmuş ve kendilerini yönetmeyi öğrenmişlerdir. Ayrıca hareketli müzik ve dans biçimleri ile göz kamaştırıcı sanat eserleri yaratmışlardır. Dünyanın en büyük müzelerini ziyaret edenler hala muhteşem altın takılara, masklara, heykellere, sepetlere, çanak çömleklere ve giysilere hayranlıkla bakmaktadır; bunlar o kadar girift ve zevkli bir şekilde işlenmiş, dokunmuş, oyulmuş, dikilmiş, kazınmış ya da boyanmıştır ki büyük sanat eserleri olarak kalıcıdırlar. Ayrıca müthiş silahlar ve ustaca aletler yapmışlar, görkemli kanolar ve büyük piramitler tasarlamışlar, olağanüstü sulama kanalları kazmışlar ve büyük şehirler inşa etmişlerdir. . Müzeleri eserleriyle dolduranlar yalnızca Çin, Mezopotamya, Mısır, Hindistan, Meksika ve Peru'nun sözde yüksek uygarlıkları değildir; dünyanın dört bir yanından küçük ölçekli toplumlar bize yaratıcılıklarının ve sanatsal yeteneklerinin kanıtlarını bırakmıştır - İnuit taş oymacılığı, Asante altın heykelleri, Fiji tapa kumaşı, Tibet dokumacılığı, Kırgız eyerleri, Pomo tüy sepetleri. Ve bir antropoloji ders kitabını açmış olan hiç kimse, insanoğlunun o kadar inanılmaz çeşitlilikte, o kadar sınırsız yaratıcılıkta gelenekler tasarlama becerisinden etkilenmemezlik edemez ki, bu insan yaratımlarının insanların hayatlarını güvenli, tatmin edici ve anlamlı kılmayacağına inanmak zordur.

İnsan yaratıcılığının bu zorlayıcı kaydına maruz kaldıktan sonra mantığa aykırı görünse de, yine de toplumların her zaman işleri doğru yapmadığını kabul etmek gerekir. Verimsizlik, ahmaklık, kötülük, zalimlik ve sefalet de insanlık tarihinin bir parçası olmuştur ve olmaktadır. İnsanların çektiği acılar bunun bir sonucudur. Pek çok örnek arasından tüyler ürpertici bir örnek vermek gerekirse, Çernobil nükleer santrali Hiroşima büyüklüğündeki on bombadan daha fazla radyoaktivite yaymıştır çünkü santralin inşasına yardımcı olan bir mühendise göre tesisin tasarımında, inşasında, bakımında ve yönetiminde neredeyse akıl almaz bir verimsizlik söz konusudur. Bununla birlikte, felaketi kontrol altına almak amacıyla, Sovyet itfaiyeciler, elektrikçiler, mühendisler, doktorlar, hemşireler, helikopter pilotları, dalgıçlar ve diğer işçiler, radyoaktivitenin kendilerini öldürebileceğini bile bile, koruyucu giysileri olmadan Çernobil'e koştular. 44 İnanılmaz bir aptallığın ardından inanılmaz bir kahramanlığın gelmesi insanlık tarihinde nadir görülen bir olay değildir.”

Ve kitap bu alıntıyla bitti. Çok uzun bir alıntı oldu ama açıkçası bu yazıda kendimi alıntı yapmamak için zor tuttum. Her bir paragrafı olduğu gibi almak gerekiyordu. Çok fazla bir şey yazmayacağım. Zaten son 3 paragrafı okuyan Edgerton’un derdini çok iyi anlar. Kitap boyunca yüzlerce bilim insanından, yüzlerce topluluktan, binlerce farklı olaydan, inançtan, uygulamadan bahsetti. İnsana, insanın kültürüne, insanın inançlarına çok öğretici bir bakış atmış olduk. Ben çok şey öğrendim. Umarım bu yazı serisini okuyan olur. Umarım birileri burada yazdıklarımdan faydalanır. 

Son bir yazı kaldı. 27. yazı kitabın sonuç kısmı olacak.


Yaratıcı düşünceyi simgeleyen düşündürücü bir sahnenin gerçekçi, fotoğrafik bir tasviri. Görselde, fikirleri ve yaratıcılığı temsil eden girdaplı, soyut, renkli desenlerle çevrili, yumuşak bir şekilde parlayan bir insan beyni görülmektedir. Beyin, parlak ve canlı renkleri vurgulayan maviler ve siyahlardan oluşan ince bir gradyan ile koyu bir arka plan üzerinde yüzüyor. İlham verici ve yaratıcı ruh hali, inovasyonun ve düşünce süreçlerinin özünü yakalıyor.
Yaratıcı düşünceyi simgeleyen düşündürücü bir sahne

留言


bottom of page