top of page
Okunduğu Gibi

Tazmanyalılarda Maladaptif Kültürel Uygulamalar ve İzolasyonun Etkileri

Güncelleme tarihi: 7 gün önce

Altıncı Yazı

Maladaptasyon (Sağlıksız Uyum)

3. Bölüm Maladaptasyon (Sağlıksız Uyum) başlığını taşıyor ve oldukça kapsamlı ve uzun bir bölüm. Bu bölümde insan topluluklarının sağlıksız uyum durumlarını ele alarak çeşitli toplumsal uygulamaların nasıl maladaptif olabileceğini ve bu uygulamaların neden değişime karşı direnç gösterdiğini inceliyor. İnsan doğasının toplum üzerindeki etkilerini, kültürel yapılarla biyolojik eğilimlerin karmaşık etkileşimini ve toplumların kendilerini koruma mekanizmalarını konu ediyor.

Bir çok alt başlık içeriyor:

  1. Tazmanyalılar

  2. Adaptasyon Optimal mi, Katlanılabilir mi?

  3. Sağlıksız Uyumun Kalıcılığı

  4. Biyolojik Yatkınlıklar ve Sağlıksız Uyum

  5. İnsan Doğasının Değerlendirilmesi

  6. İnsan Doğası ve Toplum Arasındaki Karmaşık İlişki 

Önce mini sözlüğümüzü yapalım ve sonra 3. Bölümü değerlendirmeye başlarız. Gerçi bu alt başlık kısa ve çok fazla kafa karıştırıcı kavram yok.

Maladaptasyon - Tazmanyalılar başlığında geçen önemli İfadeler:

Maladaptif (Sağlıksız Uyumlu): Maladaptif, bir toplumun veya bireyin çevresine uyum sağlama yeteneğinin yetersiz veya zararlı olduğu durumları ifade eder. Bu, inançların veya uygulamaların toplumun sağlığını, mutluluğunu veya hayatta kalmasını olumsuz etkilemesi anlamına gelir. Örneğin, bazı geleneksel uygulamalar (kadın sünneti, insan kurban etme, yetersiz beslenme alışkanlıkları), bir toplumun refahına zarar vererek maladaptif hale gelmesine neden olabilir. Antropologlar, uzun süredir bu tür uygulamaların her zaman bir adaptif işlevi olduğunu varsaymışlardır, ancak bazı araştırmacılar bunun her zaman doğru olmadığını belirtmiştir. Maladaptasyon, toplumların yok olmasına kadar gidebilecek ciddi sonuçlar doğurabilir.

Adaptasyon (Uyum): Adaptasyon, bir toplumun veya bireyin çevresel ve sosyal koşullara uyum sağlama süreci olarak tanımlanır.... Bu süreç, kaynakları etkili bir şekilde kullanma, sosyal düzeni sürdürme ve hayatta kalma becerilerini içerir. Adaptasyon, toplumların inançları, uygulamaları ve teknolojileri aracılığıyla gerçekleşir.... Antropologlar, adaptasyon süreçlerini incelerken, toplumların hem başarılarını hem de başarısızlıklarını değerlendirir.... Adaptasyon her zaman optimal olmayabilir ve bazen topluluklar, hayatta kalma mücadelesinde yeterince iyi adapte olmamış olabilirler.

Kültürel İzolasyon: Kültürel izolasyon, bir toplumun dış dünyayla etkileşiminin sınırlı olması ve kendi özgün kültürel gelişimini yaşaması durumudur. Bu izolasyon, toplumun teknolojik ilerleme, sosyal kurumlar ve kültürel uygulamalar açısından kendi iç dinamiklerine bağlı kalmasına neden olabilir. Örneğin, Tazmanya Aborjinleri, uzun süre izolasyonda yaşamış ve bu durum onların bazı teknolojik becerilerini kaybetmelerine yol açmıştır. İzolasyon, bir yandan kültürel çeşitliliği korurken, diğer yandan toplumların değişen koşullara adaptasyon yeteneklerini olumsuz etkileyebilir. Kültürel izolasyon, zamanla toplumların gerilemesine ve hatta yok olmasına sebep olabilir.

Geleneksel Toplum: Geleneksel toplum, genellikle küçük ölçekli, kırsal ve teknolojisi sınırlı olan toplulukları ifade eder.... Bu toplumlarda, inançlar, uygulamalar ve sosyal düzenlemeler uzun bir süre boyunca aktarılmış ve değişime dirençli olabilir.... Geleneksel toplumlarda, topluluk bağları güçlüdür, ancak bazı durumlarda eşitsizlik ve iç çatışmalar da görülebilir.... Geleneksel toplumların, her zaman uyumlu olmadığı ve bazı uygulamalarının toplumun refahını olumsuz etkileyebileceği vurgulanmıştır....

Sosyo-kültürel Muhafazakârlık: Sosyo-kültürel muhafazakârlık, toplumların geleneksel inançları, uygulamaları ve değerleri koruma eğiliminde olması durumudur. Bu eğilim, değişime karşı direnç gösterme ve mevcut düzeni sorgulamama gibi davranışlarla kendini gösterebilir. İnsanlar, atalarından kalan geleneklere bağlı kalmakta ve bu geleneklerin geçerliliğini sorgulamakta isteksiz olabilirler. Bu muhafazakârlık, bazı durumlarda toplumların uyum sağlamasını engelleyebilir ve maladaptif uygulamaların devam etmesine neden olabilir. Sosyo-kültürel muhafazakârlık, toplumların yenilik yapma ve değişen koşullara uyum sağlama becerilerini sınırlayabilir.

Endogami ve Ekzogami: Endogami ve ekzogami, evlilik uygulamalarıyla ilgili kavramlardır. Endogami, bir toplumun kendi içinden evlenme zorunluluğu anlamına gelirken, ekzogami ise toplum dışından evlenme gerekliliğini ifade eder. Bu uygulamalar, toplumların sosyal yapısını, genetik çeşitliliğini ve ittifaklarını etkileyebilir. Endogami, genetik çeşitliliği azaltabilir ve belirli kalıtsal hastalıkların toplum içinde daha yaygın hale gelmesine neden olabilir. Ekzogami ise, genetik çeşitliliği artırabilir ve toplumlar arası ilişkileri güçlendirebilir. Bu evlilik kuralları, toplumların sosyal ve biyolojik yapılarında önemli rol oynarlar.

Psikolojik Zorunluluklar: Psikolojik zorunluluklar, insanların temel psikolojik ihtiyaçlarını karşılama gerekliliğini ifade eder. Bu ihtiyaçlar, aidiyet, anlam, güvenlik, saygı ve kişisel gelişim gibi faktörleri içerir. Toplumlar, bu ihtiyaçları karşılamak için çeşitli kültürel uygulamalar, inançlar ve sosyal yapılar geliştirir. Ancak, bu uygulamalar her zaman herkesin ihtiyaçlarını karşılamayabilir ve bazı bireylerde memnuniyetsizlik, yabancılaşma ve hatta isyan gibi sonuçlara yol açabilir. Toplumlar, bu psikolojik ihtiyaçları karşılayamazlarsa, sosyal çöküş ve maladaptasyon riskiyle karşılaşabilirler.

Etnoarkeoloji: Etnoarkeoloji, arkeolojik materyalleri inceleyerek, yaşayan toplumların kültürlerini ve davranışlarını anlamaya çalışan bir araştırma alanıdır. Arkeolojik buluntuları, günümüzdeki benzer toplumların kültürel pratikleriyle karşılaştırarak, geçmişteki toplumların yaşam tarzları hakkında bilgi edinmeyi amaçlar. Bu yöntem, geçmişteki toplumların ekonomik sistemlerini, sosyal yapılarını, teknolojilerini ve kültürel inançlarını anlamak için kullanılır. Etnoarkeoloji, geçmişi daha iyi anlamamızı sağlarken, bugünkü kültürlerin evrimini de daha net görmemizi mümkün kılar. Bu yaklaşım, antropologların ve arkeologların, kültürler arası karşılaştırmalar yaparak, evrensel insan davranışlarını ve kültürel değişimleri daha iyi anlamalarına yardımcı olur.



Artık mutad olduğu üzere ilk paragrafı alarak yazıya başlayalım.

Sayfa 46:

“There are many reasons why traditional beliefs and practices may become maladaptive. Some traditional practices that evolved early in human history must have been relatively inefficient solutions to environmental demands, but without rigorous competition from other populations or other belief systems, such practices tend to persist. Besides, because humans do not always make rational adaptive decisions, some of their beliefs and practices may have been maladaptive from the beginning. What is more, when environmental change occurs, practices that once were adaptive may become maladaptive, just as practices that may be adaptive over the short term can have longterm costs. Cultures may also create needs in people that become so imperative that they can become destructive when environmental change occurs. Even when the need for change is clear, human populations, especially small traditional ones, have seldom been sufficiently innovative to improve their cultural patterns. Even if potentially more adaptive innovations are introduced, they may not be accepted because populations tend to be so conservative that without severe pressure from other populations, their traditional beliefs and practices will be retained. Finally, and in some respects most important of all, some of the beliefs and practices that become established in a population are not adaptive responses to environmental demands at all but are reflections of human genetic predispositions to think, feel, or behave in certain ways. Before illustrating each of these points, it may be helpful to describe a small society where all appear to have played a role, the now-extinct aboriginal culture of Tasmania.1”

Geleneksel inanç ve uygulamaların sağlıksız uyumlu (maladaptif) hale gelmesinin birçok nedeni vardır. İnsanlık tarihinin erken dönemlerinde evrimleşen bazı geleneksel uygulamalar, çevresel taleplere nispeten verimsiz çözümler getirmiş olmalıdır, ancak diğer popülasyonlardan veya diğer inanç sistemlerinden gelen sıkı bir rekabet olmadan, bu tür uygulamalar devam etme eğilimindedir. Ayrıca, insanlar her zaman rasyonel uyarlanabilir kararlar vermedikleri için, bazı inançları ve uygulamaları en başından beri sağlıksız uyumlu olabilir. Dahası, çevresel değişim meydana geldiğinde, bir zamanlar uyumlu olan uygulamalar sağlıksız uyumlu hale gelebilir, tıpkı kısa vadede uyumlu olabilecek uygulamaların uzun vadeli maliyetleri olabileceği gibi. Kültürler de insanlarda çevresel değişim meydana geldiğinde yıkıcı olabilecek kadar zorunlu hale gelen ihtiyaçlar yaratabilir. Değişim ihtiyacının açık olduğu durumlarda bile, insan toplulukları, özellikle de küçük geleneksel topluluklar, kültürel kalıplarını geliştirmek için nadiren yeterince yenilikçi olmuşlardır. Potansiyel olarak daha uyumlu yenilikler getirilse bile, bunlar kabul edilmeyebilir çünkü popülasyonlar o kadar muhafazakar olma eğilimindedir ki, diğer popülasyonlardan ciddi bir baskı gelmediği sürece geleneksel inanç ve uygulamaları korunacaktır. Son olarak ve bazı açılardan en önemlisi, bir popülasyonda yerleşik hale gelen bazı inanç ve uygulamalar, çevresel taleplere verilen uyarlanabilir yanıtlar olmayıp, insanların belirli şekillerde düşünmeye, hissetmeye veya davranmaya yönelik genetik yatkınlıklarının yansımalarıdır. Bu noktaların her birini açıklamadan önce, hepsinin bir rol oynadığı küçük bir toplumu, Tazmanya'nın artık yok olmuş aborjin kültürünü tanımlamak yararlı olabilir.1

Açıkçası bu paragraf belki de tüm kitabı özetliyor. Edgerton, O kadar net tanım ve ayrımlar yapmış ki üstüne daha ne söylenebilir bilmiyorum. Temel olarak özetlemek gerekirse:

Geleneksel inanç ve uygulamaların sağlıksız uyumlu hale gelme nedenleri:

  • çevresel gereksinimlere nispeten verimsiz çözümler

  • İnsanların  her zaman rasyonel ve adaptif kararlar almamaları

  • Çevre değiştiğinde, bir zamanlar adaptif olan uygulamalar mal-adaptif hale gelmesi.

  • Kültürler, vazgeçilmez ihtiyaçlar yaratabilir ve bu ihtiyaçlar çevresel değişikliklerle karşılaştığında yıkıcı hale gelebilir.

  • Değişime karşı muhafazakarlık.

  • Genetik yatkınlıkların etkisi.

Tazmanyalılar

Tazmanya halkı, yaklaşık 20.000 yıl boyunca Tazmanya adasında yaşamış ve son 10.000-12.000 yıldır diğer insan topluluklarından tamamen izole kalmış. Bu izolasyon, onların çevrelerine herhangi bir dış baskı veya rekabet olmadan uyum sağlamalarına olanak tanımış. İlk Avrupalılarla temas kurulduğunda, Tasmanyalılar diğer toplumlarla kıyaslandığında oldukça basit bir teknolojiye sahip; sınırlı alet ve gereçlerle yaşıyorlar ve nispeten zayıf bir ekonomik düzen oluşturmuşlar.

Sayfa 48:

“What is known about the Tasmanians is based on observations not only by sundry explorers, missionaries, and settlers but also by Francois Peron, the first person ever officially called an anthropologist, who visited Tasmania in 1802 under the auspices of the world's first anthropological research group. 6 The resulting ethnographic record, while spotty, is sufficient to suggest that all of the sources of maladaptation listed at the beginning of this chapter played a part in Tasmanian life. First, some of their basic economic practices appear to have been inefficient. For example, men clearly dominated women and benefited disproportionately from their labor and risk. Yet with the possible exception of spearing kangaroos and wallabies, a task at which men arguably would be more efficient than women, either sex could, in principle, have carried out any of the necessary subsistence activities. In reality, however, almost all of these activities, including the potentially most dangerous ones, fell exclusively or primarily to women. While men often remained in camp resting or talking (early European observers called them "indolent"7), women fetched water and firewood and gathered vegetable products. They alone collected shellfish, the dietary staple, by diving deep into coastal waters where sharp rocks, unpredictable currents, and stingrays were dangerous hazards. More remarkable still, the job of climbing eucalyptus trees (to a height of as much as ninety feet!) to club possums to death also fell to women. And it was women who swam and crept up on sleeping seals to club them to death.”

“Tazmanyalılar hakkında bilinenler yalnızca çeşitli kaşifler, misyonerler ve yerleşimciler tarafından değil, aynı zamanda 1802 yılında dünyanın ilk antropolojik araştırma grubunun himayesinde Tazmanya'yı ziyaret eden ve resmi olarak antropolog olarak adlandırılan ilk kişi olan Francois Peron tarafından yapılan gözlemlere dayanmaktadır.6 Ortaya çıkan etnografik kayıtlar, her ne kadar yetersiz olsa da, bu bölümün başında sıralanan tüm sağlıksız uyum kaynaklarının Tazmanya yaşamında bir rol oynadığını göstermeye yeterlidir. İlk olarak, bazı temel ekonomik uygulamalarının verimsiz olduğu görülmektedir. Örneğin, erkekler açıkça kadınlara hükmetmiş ve onların emeğinden ve riskinden orantısız bir şekilde faydalanmışlardır. Yine de, erkeklerin kadınlardan daha verimli olacağı tartışmasız bir görev olan kanguru ve wallabies zıpkınlama dışında, her iki cinsiyet de prensipte gerekli geçim faaliyetlerinden herhangi birini gerçekleştirebilirdi. Ancak gerçekte, potansiyel olarak en tehlikeli olanlar da dahil olmak üzere bu faaliyetlerin neredeyse tamamı yalnızca ya da öncelikle kadınlara düşüyordu. Erkekler genellikle kampta dinlenir ya da konuşurken (ilk Avrupalı gözlemciler onlara “tembel”7 diyordu), kadınlar su ve yakacak odun getirip sebze topluyordu. Keskin kayaların, öngörülemeyen akıntıların ve vatozların tehlikeli olduğu kıyı sularının derinliklerine dalarak temel besin maddesi olan kabuklu deniz ürünlerini tek başlarına topluyorlardı. Daha da dikkat çekici olanı, okaliptüs ağaçlarına tırmanarak (doksan feet yüksekliğe kadar!) keseli sıçanları sopayla öldürme işinin de kadınlara düşmesiydi. Ve yüzerek uyuyan foklara yaklaşıp onları öldürmek için sopalayanlar da kadınlardı.”

Bu alıntıyı okuyunca ne düşünür insan. Erkeklerin bir şekilde kadınları zor ve yorucu işlerde köle gibi kullandıklarını ve bu durumun neredeyse dünyanın her yerinde bir şekilde ortaya çıkmasının tesadüf olup olmadığının sorgulanması gerektiğini düşünmez misin? Benim bu konu ile ilgili kafamda bazı fikirler var ama burada dile getirmeyeceğim. Erkeklerin baba olma bilinci ve kadınların çocuk doğurmasının onlara nasıl yük olduğu hakkında bir düşüncem var ama burada bu konuya girip konuyu dağıtmayacağım. 

Tazmanya kültüründe, kadınların daha tehlikeli görevleri üstlenmesi ve erkeklerin daha az katkıda bulunmasını görüyoruz. Ayrıca, toplumda sosyo-kültürel anlamda bir yenilik ya da karmaşık sosyal yapı bulunmuyor.

Tazmanyalılar, atalarının getirdiği bazı faydalı teknolojileri (örneğin balıkçılık ve su araçları) terk etmiş. Bu, özellikle kıtlık çektikleri kış aylarında onların hayatta kalmalarını zorlaştırıyormuş. Avrupalıların gelişiyle birlikte Tazmanya toplumu, dış etkilerle başa çıkmakta zorlanmışlar ve hızlı bir şekilde çökmüşler. Toplum, dış rekabetten yoksun olarak kendi içine kapanık bir şekilde binlerce yıl boyunca hayatta kalabilmiş, fakat bu izolasyon, kültürlerinin gelişimine ket vurmuş.

K,itaptaki örnekleri okudukça her defasında yok artık diyorsun. Nasıl yani diyorsun. Bu kadar da olmaz diyorsun. Ama yapmışlar. Bir şekilde bize aptalca gelen şeyler yapmışlar. Ve Edgerton’nın da belirttiği gibi bu insanlar zeka kıtlığı da çekmiyor. Yani gerekli eğitimi gördükleri takdirde eğitim alabilecek zekaya sahipler. 

Tazmanyalılarda görülen sağlıksız uyumlu inanç, uygulama ve tutumları listeleyelim:

  • Cinsiyet Rollerindeki Dengesizlik

  • Gıda Üzerindeki Ayrımcılık

  • Kaybolan Teknolojik Bilgiler

  • Balıkçılığın Terk Edilmesi

  • Sağlık Uygulamalarının Etkisizliği

  • Sosyal Yapıdaki Çatışmalar 

  • Köpek Ticaretinin Zararlı Etkisi 

  • Yeni Teknoloji ve Kültürel Yeniliklere Kapalı Olma

Tazmanyalılar, zaman içinde kemik aletler, bumeranglar, mızraklar, saplı taş aletler ve balta gibi yararlı aletleri kullanmayı bırakmışlar. Ayrıca su araçlarını da yapmayı bırakmışlardı, bu da onları yakındaki adalardan gıda temin etme imkânından mahrum bırakmış.

Yaklaşık 4.000 yıl önce balıkçılığı terk etmişler ve deniz ürünleri tüketmeye karşı bir isteksizlik geliştirmişler. Balık, adada bolca bulunan bir kaynak olmasına rağmen balıkçılık yapmamaları kış aylarındaki açlık dönemlerinde hayatta kalmalarını zorlaştırmış.

Hastalık durumlarında insanların vücudunu derin kesiklerle kesmek gibi etkisiz ve zararlı tedavi yöntemleri kullanıyorlarmış. Bu yöntemler, hastaların sağlık durumunu daha da kötüleştiriyormuş.

Tüm ihtiyaçları karşılanabilecek durumda olmalarına rağmen, farklı gruplar kadın kaçırma amaçlı baskınlar düzenliyorlarmış. Bu durum toplumda sürekli bir şiddet ve korku iklimi yaratıyor ve ölümle sonuçlanan çatışmalara yol açıyormuş. Ayrıca, bu çatışmaların besin kaynaklarını koruma gibi ekonomik bir gerekçesi de yokmuş.

Avrupalılarla temas ettiklerinde, köpek sahibi olmayı çok istedikleri için kadınları köpeklerle takas etmişler. Bu alışveriş, avcılığı daha verimli hale getirse de, kadınların sayısında azalmaya ve kadınlar arasındaki gerilimin artmasına yol açarak toplumsal dengeyi olumsuz etkilemiş.

Tazmanyalılar, izolasyonları süresince yenilikçi teknolojiler geliştirmemişler ve eski, verimsiz uygulamaları değiştirmemişler. Ateş yakma gibi hayati becerileri geliştirmemiş, her grup sürekli yanlarında bir ateş taşıyormuş. Soğuk kış aylarında bile daha korunaklı giysiler geliştirmek yerine basit kanguru derileri kullanmışlar.

Bu iç karartıcı bölümü son paragrafı alıntılayarak bitirelim:

Sayfa 52:

“The Tasmanians have not been singled out for discussion because they were a profoundly maladapted population. On the contrary, compared to many societies that will be discussed in subsequent chapters, they were relatively well adapted at least by the criterion of maintaining their population over thousands of years. But their way of life was hardly ideal. Their feuding was deadly, disruptive, and purposeless, their food supply was at times inadequate, and their women were discontented. The population also maintained practices that could have proven to be maladaptive if the Tasmanians had been challenged by competing societies with better tools or weapons, more compelling religious beliefs, or more efficient economies. When the Europeans arrived, Tasmanian society quickly collapsed. Until then, the Tasmanians had the luxury of muddling through the centuries because they were wholly isolated from other populations and different cultures. Most societies had no such good fortune.”

“Tazmanyalılar, son derece sağlıksız uyumlu bir nüfus oldukları için tartışmaya açılmamıştır. Aksine, sonraki bölümlerde ele alınacak olan pek çok toplumla karşılaştırıldığında, en azından nüfuslarını binlerce yıl boyunca muhafaza etme ölçütüne göre nispeten iyi uyum sağlamışlardır. Ancak yaşam tarzları pek de ideal değildi. Kan davaları ölümcül, yıkıcı ve amaçsızdı, yiyecek kaynakları zaman zaman yetersizdi ve kadınları hoşnutsuzdu. Nüfus ayrıca, Tasmanyalılar daha iyi aletlere veya silahlara, daha zorlayıcı dini inançlara veya daha verimli ekonomilere sahip rakip toplumlar tarafından zorlansaydı, sağlıksız uyumlu olduğu kanıtlanabilecek uygulamaları da sürdürdü. Avrupalılar geldiğinde, Tazmanya toplumu hızla çöktü. O zamana kadar Tazmanyalılar yüzyıllar boyunca idare etme lüksüne sahipti çünkü diğer toplumlardan ve farklı kültürlerden tamamen izole edilmişlerdi. Çoğu toplum böyle bir şansa sahip değildi.”

Şimdi tüm bu bilgileri okuduktan sonra kültürel göreceli bir şekilde konuyu ele alıp bu kültürde yapılan şeyleri hoş mu görelim. Üstenci olmayalım, onları aşağılamayalım, kendimizi üstün görmeyelim ama yanlışa da yanlış demeyeli mi? Olanı olduğu gibi tespit etmek, adını koymak çok önemli. Çünkü doğru tespit edilmediği takdirde hatalar yapılmaya devam ediyor. Bir zamanlar bir kültürde bir şeyler yaşandı diye illa ki doğru olduğu anlamına gelmiyor.

Aslına bakacak olursak her toplum bir diğer toplumla ilişkiye girdiği anda kendine çeki düzen verme şansı elde edebiliyor. Yani kendini kıyaslayabileceğin bir nirengi noktasına ihtiyacın var. Eğer bir başak toplumla karşılaşmıyorsan kendini de değerlendirme imkanından yoksun kalıyorsun. Yani Tazmanyalılar, "Koyunun bulunmadığı yerde keçiye Abdurrahman Çelebi derler" atasözünün dünyadaki somutlaşmış hali gibi.

Bu yazıyı burada bitiriyorum. Sonraki alt başlık “Adaptasyon Optimal mi, Katlanılabilir mi?”  Bakalım orada neler anlatılıyor?


Tazmanyalılar


Yapay Zeka aracılığı ile Tazmanyalılar

Comments


bottom of page