top of page
Okunduğu Gibi

Toplumsal Uyumun Göstergeleri: Hayatta Kalma, Refah ve Memnuniyet Arasındaki İlişki

Üçüncü Yazı

Bölüm 2

Görecelilikten Değerlendirmeye

Önce bu bölümde geçen temel sosyolojik ve antropolojik kavramların bir sözlüğünü vereyim. Bu sözlük çalışmasının faydalı ve gerekli olduğunu düşünüyorum. Çünkü ben bu kitabı ilk okuduğumda bir şey anlayamamıştım. Bunun sebebi de sosyoloji ve antropolojiden uzak olmamdı. Bu bilim alanlarının temel kavramlarından haberim yoktu. Halbuki işin içinde olanlar için bu kavramlar alfabenin ilk harfleri niteliğindedir ama konunun uzağında olan ama bu konulara ilgi duyanlar için bu kavramlar çok yeni olmalı. Bu yüzden yazıya geçmeden önce bu kavramlara göz gezdirmekte fayda var. Konuya hakim olanlar bu sözlüğü direkt atlayabilirler.

İkinci Bölümde Geçen Önemli kavramlar:


  1. Kültürel Görecelik (Cultural Relativism) – Bir kültürün kendi değerleri, normları ve koşulları içinde değerlendirilmesi gerektiği görüşü, kültürlerin eşit kabul edilmesi gerektiğine dair yaklaşım. Evrensel ahlaki veya kültürel standartların olmadığını, her kültürün kendi içinde anlamlı olduğunu ileri sürer. Etnosentrizme karşı bir tepki olarak ortaya çıkmış ve antropologların diğer kültürleri daha objektif bir şekilde incelemelerini sağlamıştır.

  2. Kültürel Bağlam (Cultural Context) – Belirli bir inanç, davranış, olay veya olgunun içinde bulunduğu kültürel ortamı ve bu ortamın o inanç, davranış veya olguyu nasıl şekillendirdiğini ifade eder. Kültürel bağlamı anlamak, farklı toplumların neden farklı davranışlar sergilediğini, farklı değerlere sahip olduğunu ve dünyayı farklı algıladığını anlamak için hayati önem taşır. Her kültürün kendi değerler sistemi ve normları olduğu için, bir kültürü bir başkasının standartlarına göre yargılamak yanıltıcı olabilir. Bununla birlikte, bazı kültürel uygulamalar açıkça zararlı olabilir ve bu nedenle kültürel bağlamı hesaba katmanın yanı sıra eleştirel bir değerlendirme yapmak da önemlidir.Bir kültürde adaptif olan bir şey, başka bir kültürde zararlı olabilir. Bu nedenle, kültürel bağlamı anlamadan, bir toplumun davranışlarını ve inançlarını tam olarak değerlendiremeyiz.

  3. Etnosentrizm (Ethnocentrism) – Bireyin kendi kültürünü ve değerlerini merkez alarak, diğer kültürleri kendi kültürüyle kıyaslayarak değerlendirmesi ve genellikle aşağı görmesi durumudur. Bu bakış açısına sahip bireyler, kendi kültürlerini üstün, normal ve hatta doğru olarak kabul ederken, diğer kültürleri garip, ilkel veya yanlış bulabilirler. Kaynaklarda, etnosentrizmin geçmişte adaptif (uygun) bir işlev görmüş olabileceği belirtiliyor. Grup içi bağlılığı, dayanışmayı ve işbirliğini güçlendirerek veya kıt ekonomik kaynakları koruyarak grupların hayatta kalmasına yardımcı olmuş olabilir.

  4. Hayatta Kalma (Survival) – Bir organizmanın veya türün değişen çevresel ve sosyal koşullara uyum sağlayarak varlığını sürdürebilme yeteneğini ifade eder. Biyolojik hayatta kalma, temel ihtiyaçları (beslenme, barınma, üreme) karşılamayı içerirken, kültürel hayatta kalma, bir toplumun değerlerini, inançlarını ve geleneklerini koruyarak kimliğini sürdürebilmesini ifade eder. Adaptasyon (uyum) kavramı hayatta kalma için kritik öneme sahiptir Toplumlar, değişen koşullara uyum sağlayarak hayatta kalabilirler. Ancak adaptasyon her zaman mükemmel değildir ve bazı durumlarda maladaptasyona (sağlıksız uyuma) yol açabilir. Kültür, insanın hayatta kalmasında hayati bir rol oynar. Kültür, insanlara çevrelerine uyum sağlamak, bilgiyi aktarmak ve işbirliği yapmak için araçlar sağlar. Ancak, bazı kültürel uygulamalar hayatta kalmayı tehdit edebilir.

  5. Adaptasyon (Uyum): Adaptasyon, biyolojik ve kültürel bağlamda, bir organizmanın veya toplumun çevresine uyum sağlama sürecini ifade eder. Bu süreç, organizmanın veya toplumun hayatta kalmasını, çoğalmasını ve refahını artıran özellikler, davranışlar ve stratejiler geliştirmesini içerir. Kültürel adaptasyon, toplumların değişen çevresel, sosyal ve ekonomik koşullara uyum sağlamak için geliştirdiği inançlar, uygulamalar, teknolojiler ve sosyal düzenlemeleri kapsar. Başarılı bir kültürel adaptasyon, toplumun kaynakları verimli bir şekilde kullanmasını, tehditlerden korunmasını, sosyal uyumu sağlamasını ve üyelerinin refahını artırmasını sağlar.

  6. Sağlıksız Uyum (Maladaptation) – Bir kültür veya sosyal yapının, bireylerin çevreye uyum sağlamalarını zorlaştırması veya engellemesi. Bir toplumun üyelerinin fiziksel veya zihinsel sağlığına zarar veren, refahlarını tehlikeye atan inançlar ve uygulamalar için kullanılıyor.

    1. Zararlı uyum: Bu ifade, maladaptasyonun sadece uyumsuzluğu değil, aynı zamanda zarar verici doğasını da vurgular.

    2. Yıkıcı uyum: Bu ifade, maladaptasyonun potansiyel olarak yıkıcı sonuçlarını ön plana çıkarır.

    3. Uyum bozukluğu: Bu ifade, maladaptasyonun bir sistemin (biyolojik veya toplumsal) normal işleyişindeki bir bozukluk olduğunu ifade eder.

      Maladaptasyonun muhtemel nedenleri: Eşitsizlik ve Çıkar Çatışmaları; Çevresel Değişim; Biyolojik Yatkınlıklar; Rasyonel Olmayan Karar Verme; Kültürel Atalet

  7. Epistemolojik Görecelik (Epistemological Relativism) Bilginin kültüre, topluma veya bireysel bakış açısına göreli olduğunu savunan bir felsefi görüştür. Bu görüşe göre, nesnel bir gerçeklik yoktur ve tüm bilgiler öznel yorumlara dayalıdır. Bazı antropologlar, epistemolojik göreliliği benimseyerek, diğer kültürleri anlamaya çalışırken kendi kültürel değerlerini ve önyargılarını bir kenara bırakmaları gerektiğini savunurlar. Bu yaklaşım, kültürel uygulamaları kendi bağlamları içinde değerlendirmeyi ve herhangi bir kültürü diğerinden üstün görmemeyi amaçlar.Bazı bilim insanları bu görüşün bazı kültürel uygulamaları (örneğin kölelik, insan kurban etme) eleştirmeyi zorlaştırdığını ve tüm kültürel uygulamaların eşit derecede geçerli olduğu anlamına gelebileceğini savunurlar. Ayrıca, epistemolojik göreliliğin kültürel karşılaştırmayı ve toplumsal evrimi anlamayı engelleyebileceği de ileri sürülür. Epistemolojik göreliliğin aşırı bir biçimde uygulanmasının, maladaptasyonu tanımlamayı ve ele almayı zorlaştırabileceğini gösteriyor. Kültürel görecelilik, diğer kültürlere saygı göstermek ve onları anlamaya çalışmak için önemlidir, ancak bu, her kültürel uygulamanın otomatik olarak adaptif olduğu anlamına gelmez.

  8. Uygunluk/Uyarlanabilirlik (Adaptiveness) – Bir kültürün, uygulamanın veya bir organizmanın  birey veya toplum olarak, bulunduğu çevreye ve koşullara başarılı bir şekilde uyum sağlama yeteneğini ifade eder.  Bazı kültürel uygulamaların, adaptif olmaktan ziyade sadece "tolere edilebilir" olduğunu ve toplumun hayatta kalmasını engellemese de, refahını önemli ölçüde artırmadığını savunur. Bu durum, insanların her zaman en verimli veya en uygun çözümleri seçmediğini, bazen alışkanlıklar, gelenekler veya irrasyonel inançlar nedeniyle daha az etkili stratejilere bağlı kaldığını gösterir. Epistemolojik görelilik, yani bilginin kültüre göreli olduğu görüşü, adaptiflik kavramını değerlendirmeyi zorlaştırır. Eğer tüm kültürel uygulamalar kendi bağlamları içinde değerlendirilmesi gereken "eşit derecede geçerli" ise, bazı uygulamaların diğerlerinden daha zararlı olduğunu nasıl belirleyebiliriz? Kaynaklar, kültürel göreliliğin aşırı bir biçimde uygulanmasının, bazı toplumların maladaptif ve zararlı uygulamalarını eleştirmeyi ve bunlara müdahale etmeyi zorlaştırdığını savunur. Adaptifliği değerlendirirken sadece hayatta kalmaya odaklanmanın yetersiz olduğunu ve refah, sağlık, mutluluk ve sosyal uyum gibi faktörleri de hesaba katmak gerektiğini vurgular. Ayrıca, adaptifliğin dinamik bir süreç olduğunu ve bir zamanlar adaptif olan bir uygulamanın, değişen koşullar altında maladaptif hale gelebileceğini de unutmamak gerekir.

  9. Karşılaştırmalı Antropoloji (Comparative Anthropology) – Farklı kültürleri ve toplumları sistematik bir şekilde karşılaştırarak benzerlikleri ve farklılıkları inceleyen bir yaklaşımdır. Bu yaklaşım, insan davranışlarındaki evrensel kalıpları ve kültürel çeşitliliğin nedenlerini anlamaya çalışır. Karşılaştırmalı antropologlar, belirli kültürel fenomenlerin (örneğin evlilik, akrabalık, din, ekonomi) farklı toplumlarda nasıl tezahür ettiğini ve bu farklılıkların hangi faktörlere bağlı olduğunu araştırırlar. Farklı kültürlerdeki kavramların eşdeğerliği, yetersiz veri ve örnekleme sorunları, karşılaştırmalı çalışmaları karmaşıklaştırır.

  10. Yorumlayıcı Antropoloji (Interpretive Anthropology) – Yorumlayıcı antropoloji, kültürleri metinler gibi okuyarak ve yorumlayarak anlamaya odaklanan bir yaklaşımdır. Bu yaklaşım, kültürel fenomenlerin anlamını ve bu anlamın toplum üyeleri için nasıl bir önem taşıdığını anlamaya çalışır. Yorumlayıcı antropologlar, insanların kendi dünyalarını nasıl deneyimlediklerini, kültürel sembollerin ne ifade ettiğini ve ritüellerin hangi sosyal işlevleri yerine getirdiğini araştırırlar. Yorumlayıcı antropoloji, epistemolojik göreliliğin güçlü bir etkisinde kalmıştır. Bu yaklaşımı benimseyen antropologlar, her kültürü kendi iç mantığına göre anlamaya çalışır ve kültürel uygulamaları değerlendirmekten kaçınırlar.

  11. İşlevselcilik (Functionalism) – Kültürel fenomenlerin, toplumun bütünlüğünü ve işleyişini sürdürmek için bir işlevi olduğunu savunan bir yaklaşımdır. Bu yaklaşım, kültürel uygulamaların, toplumun temel ihtiyaçlarını (örneğin gıda, barınma, güvenlik, sosyal uyum) karşılamaya hizmet ettiğini ve bu nedenle varlığını sürdürdüğünü varsayar. İşlevselci antropologlar, belirli bir kültürel uygulamanın toplum içindeki rolünü ve bu uygulamanın diğer sosyal kurumlarla nasıl bir ilişki içinde olduğunu araştırırlar.İşlevselciliğin bazı sınırlamaları vardır. Bu yaklaşıma göre her kültürel uygulamanın mutlaka adaptif ve faydalı olduğu varsayımına dayanır ve bu varsayımın her zaman doğru olmadığı yönünde tespitler vardır.

  12. Unilinear Evrim (Unilinear Evolution) – Tüm toplumların aynı evrimsel yoldan geçtiğini ve "ilkel" bir aşamadan "gelişmiş" bir aşamaya doğru ilerlediğini savunan bir yaklaşımdır. Bu yaklaşım, 19. yüzyılda popülerdi, ancak 20. yüzyılda antropologlar tarafından büyük ölçüde reddedildi. Tek çizgisel evrim, kültürel çeşitliliği ve farklı toplumların kendine özgü tarihsel ve çevresel koşullarını göz ardı ederek, etnosentrik ve ırkçı görüşlere yol açabilir. Kültürler, farklı yollardan evrimleşebilir ve "gelişmişlik" kavramı, kültürel değerlendirmeler için nesnel bir ölçüt değildir. Maladaptif uygulamalar, doğal seçilim yoluyla elenmek yerine, kültürel aktarım mekanizmaları, sosyal baskılar veya bireysel hatalar nedeniyle varlığını sürdürebilir

  13. Toplumsal Memnuniyet (Social Contentment) – Toplum üyelerinin yaşam koşullarından, sosyal kurumlarından ve genel olarak toplum düzeninden duydukları genel bir hoşnutluk ve doyum halini ifade eder. Bu kavram, bireylerin öznel deneyimlerine dayanır ve kişiden kişiye değişebilir. Toplumsal memnuniyetin yüksek olması, toplumun istikrarı ve uyumu için önemli bir faktördür. Toplumsal memnuniyetsizliğin, maladaptasyonun (sağlıksız uyumun) bir göstergesi olabileceğine dikkat etmek gerekir. İnsanlar, yaşam koşullarından veya kültürel uygulamalardan memnun olmadıklarında, bu durum ilgisizlik, yabancılaşma, protesto ve hatta isyan gibi çeşitli biçimlerde kendini gösterebilir. Toplumsal memnuniyet, mutlak bir kavramdan ziyade, göreli bir kavram olarak ele alınmalıdır. Hiçbir toplum, tüm üyelerinin ihtiyaçlarını tamamen karşılayamaz ve her zaman iyileştirme için alan vardır

  14. Toplumsal Uyum (Social Integration) – Toplumsal uyum, toplum üyelerinin birbirleriyle ve toplumun değerleriyle bağlantılı ve uyumlu bir şekilde yaşadıkları durumu ifade eder. Bu uyum, ortak değerler, normlar, kurumlar ve ritüeller aracılığıyla sağlanır. Toplumsal uyum, toplumsal dayanışmanın ve istikrarın temelini oluşturur. "Topluluk duygusu"nun, toplumsal uyum için önemli bir faktör olduğunu, ancak bu duygunun küçük ölçekli toplumlarda bile sanıldığından daha az yaygın ve yoğun olabileceğini görmek gerekir. Toplumlar, her zaman uyumlu ve homojen değildir, içlerinde çatışmalar, rekabetler ve çıkar farklılıkları bulunabilir. Maladaptasyon, toplumsal uyumu bozabilir ve çatışmalara yol açabilir. Sağlıksız uyumlu (maladaptif)  uygulamalar, toplum üyeleri arasında güvensizlik, korku ve düşmanlık yaratabilir. Bu durum, toplumsal dayanışmayı zayıflatır ve toplumun işleyişini tehlikeye atabilir.

  15. Sosyal Kontrol (Social Control) – Toplumun düzeni ve istikrarı korumak için bireylerin davranışlarını düzenleyen mekanizmaları ifade eder. Bu mekanizmalar, resmi (yasalar, cezalar) veya gayri resmi (normlar, değerler, gelenekler, dedikodu) olabilir. Sosyal kontrol, toplumun değerlerini ve normlarını ihlal eden davranışları engellemeyi ve toplumsal uyumu sağlamayı amaçlar. Maladaptasyon, sosyal kontrol mekanizmalarını zayıflatabilir ve toplumda düzensizliğe yol açabilirl. Örneğin, şiddet, kan davaları ve toplumsal çatışmalar, sosyal kontrolün bozulduğuna ve toplumun istikrarının tehlikeye girdiğine işaret edebilir.

  16. Toplumsal Çatışma (Social Conflict) – Toplum üyeleri veya grupları arasında çıkar çatışmaları, değer farklılıkları veya kaynak rekabeti nedeniyle ortaya çıkan anlaşmazlıkları ve mücadeleleri ifade eder. Toplumsal çatışmalar, toplumsal değişimin ve dönüşümün bir itici gücü olabilir, ancak aynı zamanda şiddete, istikrarsızlığa ve toplumsal çözülmeye de yol açabilir. Toplumsal eşitsizlik (cinsiyet, yaş, zenginlik, güç) toplumsal çatışmalara yol açabilir. Kaynaklara erişimdeki eşitsizlikler, farklı gruplar arasında rekabet ve düşmanlığa neden olabilir.

  17. Toplumsal Normlar (Social Norms) – Bir toplumda kabul gören ve beklenen davranış kalıplarını belirleyen yazılı olmayan kurallardır. Bu normlar, toplumun değerlerini yansıtır ve toplumsal düzeni ve uyumu sağlamaya yardımcı olur. Toplumsal normlar, zaman içinde ve kültüre göre değişebilir. Toplumsal normlar, bireyler üzerinde bir baskı yaratır ve normlara uymayan davranışlar genellikle toplumsal yaptırımlarla (eleştiri, dışlanma, cezalandırma) karşılanır. Bu baskı, toplumsal uyumu sağlamaya yardımcı olur, ancak aynı zamanda bireysel özgürlüğü kısıtlayabilir. Hızlı toplumsal değişim, göç, savaş veya ekonomik krizler, geleneksel normların geçerliliğini yitirmesine ve toplumsal uyumun bozulmasına neden olabilir.

  18. İnançlar ve Değerler (Beliefs and Values) – İnançlar, insanların dünya hakkında doğru olduğunu kabul ettikleri fikirler ve düşüncelerdir, değerler ise insanların önemli ve değerli buldukları prensipler ve ideallerdir. İnançlar ve değerler, toplumun kültürel temelini oluşturur ve insanların davranışlarını, tutumlarını ve dünya görüşlerini şekillendirir. İnanç ve değerler, kültürel kimliğin ve sürekliliğin temel taşlarıdır. Toplumlar, ortak inanç ve değerler etrafında birleşir ve bu ortak payda, toplumsal uyumu ve dayanışmayı güçlendirir. Bazı inanç ve değerler, maladaptasyona ve toplumsal sorunlara yol açabilir. Örneğin, batıl inançlar, hurafeler, dogmatik inançlar ve şiddeti meşrulaştıran değerler, bireylerin ve toplumun refahına zarar verebilir.

  19. Ritüel ve Tören (Ritual and Ceremony) – Ritüeller ve törenler, belirli bir amaç için gerçekleştirilen, sembolik anlamlar taşıyan ve genellikle tekrarlanan eylemler dizisidir. Bu eylemler, dini inançları ifade etmek, toplumsal geçişleri işaretlemek, sosyal bağları güçlendirmek veya belirli bir sonucu elde etmek (örneğin yağmur yağdırmak, hastalıkları iyileştirmek) için kullanılabilir. Ritüellerin ve törenler, toplumsal uyumu sağlamada ve sosyal kontrolü güçlendirmede önemli bir rol oynayabilir. Ritüeller, ortak değerleri ve inançları pekiştirir, toplumsal bağları güçlendirir ve toplumsal düzeni sağlar. Bazı ritüeller ve törenler maladaptive (kötü uyumlu) olabilir ve bireylerin veya toplumun refahına zarar verebilir. Örneğin, bazı toplumlarda uygulanan zararlı sağlık uygulamaları veya kadına yönelik şiddeti meşrulaştıran ritüeller, toplumun uyumunu bozabilir ve bireylere zarar verebilir.


Bir önceki bölümde yaptığım gibi bu bölüme de ilk paragrafı olduğu gibi alarak başlayalım:

Sayfa 16:

Anthropologists have long debated whether their field is or ought to be a science or one of the humanities; some are fond of pronouncing that it must become history or nothing or that biology and psychology have no explanatory power in the study of cultural man. These exchanges, as regular as the seasons, can be entertaining or infuriating, depending on one's tastes, but they do little to advance knowledge. What is needed, I believe, are fewer manifestos about the paradigmatic status of the discipline and better questions for scholars to pursue in whatever fashion they believe will lead to falsifiable answers. I am proposing several questions. First, can we identify valid criteria for determining whether one sociocultural system is more adaptive or less harmful to its members-than another? Second, do maladaptive or useless beliefs or practices occur even in societies that have survived in the same ecosystem for many years? Finally, if maladaptive beliefs and practices can be identified, why do they occur?”

“Antropologlar uzun zamandır alanlarının bir bilim mi yoksa beşeri bilimlerden biri mi olduğunu ya da olması gerektiğini tartışıyorlar; bazıları ya tarih ya da hiçbir şey olması gerektiğini ya da biyoloji ve psikolojinin kültürel insanı incelemede hiçbir açıklayıcı gücü olmadığını söylemekten hoşlanıyor. Mevsimler kadar düzenli olan bu fikir alışverişleri, kişinin zevkine bağlı olarak eğlendirici veya çileden çıkarıcı olabilir, ancak bilgiyi ilerletmek için çok az şey yaparlar. İhtiyaç duyulan şeyin, disiplinin paradigmatik statüsü hakkında daha az manifesto ve akademisyenlerin yanlışlanabilir cevaplara götüreceğine inandıkları şekilde peşine düşecekleri daha iyi sorular olduğuna inanıyorum. Ben birkaç soru öneriyorum. İlk olarak, bir sosyokültürel sistemin üyeleri için diğerinden daha uyumlu ya da daha az zararlı olup olmadığını belirlemek için geçerli kriterler tanımlayabilir miyiz? İkinci olarak, aynı ekosistemde uzun yıllar boyunca hayatta kalmış toplumlarda bile sağlıksız uyumlu veya yararsız inançlar veya uygulamalar ortaya çıkıyor mu? Son olarak, eğer sağlıksız uyumlu inançlar ve uygulamalar tespit edilebiliyorsa, bunlar neden ortaya çıkmaktadır?”

Bu alıntı hakkında bir şeyler söylemek istiyorum. Sosyoloji okumaya (öğrencisi olmaya) başladığımda bu konunun cahili olarak, sonunda “loji” geçtiği için, sosyal bilimlerin de aynen fizik bilimler gibi çalıştığını düşünüyordum. Maalesef aradan geçen 3 yıl sonunda büyük bir hayal kırıklığı yaşadım. Sosyal bilimler bir kriz içinde ve bunu çok saçma yollara saparak çözmeye çalışmışlar ve postmodernizm tuzağına düşmüşler. Kültürel Görecelik de bu tuzaklardan bir diğeri. 

Bunları yok saymıyorum ama gereğinden fazla anlam yüklendiğini düşünüyorum. Edgerton ile bu konuda tamamen aynı fikirdeyim. Zaten bu bölümde ilerledikçe ne demek istediğim daha net anlaşılacak. O yüzden çok uzatmıyorum. Bu arada sosyolojinin de antropolojinin de eğer doğru bir yaklaşım içine girilirse bir bilim olabileceğini düşünüyorum ama bunun yolunun ‘gerçeklik yoktur’a kadar varabilecek bir saçmalık olmadığı kesin.

Alıntıya dönersek burada Edgerton yanlışlanabilir sorulardan bahsediyor, yani bilimden bahsediyor. Ve çok doğru bir noktaya temas ederek 3 adet anlamlı soru soruyor. sosyokültürel sistemleri karşılaştırmak, sosyokültürel sistemlerin içinde yaşayan insanlara zarar verip vermediğini tartışmak, sağlıksız uyumlu inanç ve uygulamaların nasıl devam ettiğini tespit etmek… işte bir bilim insanının bakış açısı. 

Sayfa 16:

“Anything that impaired that person's ability to make the necessary adjustments to the demands of the environment (defer for now questions about what is meant by "environment") would be maladaptive. Although a fear of being caught in an open and unprotected area might have been selected for in our evolutionary past, a fear of open spaces so extreme that it kept a person in seclusion would be maladaptive in most societies. Although people in many societies enjoy alcohol, getting stinking drunk every day would usually be maladaptive, too” 

“Bu kişinin çevrenin taleplerine göre gerekli ayarlamaları yapma becerisini bozan her şey sağlıksız uyumlu (maladaptif) olacaktır. Açık ve korunmasız bir alanda yakalanma korkusu evrimsel geçmişimizde seçilmiş olsa da, bir kişiyi inzivaya çekecek kadar aşırı bir açık alan korkusu çoğu toplumda sağlıksız uyum (maladaptif) olacaktır. Birçok toplumda insanlar alkolden hoşlansa da, her gün zil zurna sarhoş olmak da genellikle sağlıksız uyum yaratacaktır.” 

“Maladaptif” yani benim “sağlıksız uyum” diye çevirdiğim şey aslında bir beceri problemi. Normalde yapması gereken bir şeyi yapamama ile ilgili bir durum. Yada daha doğrusu normalde yapılması beklenen şeyi sorunlu (sağlıksız) şekilde yapma hali. Maladaptif kavramı üzerinde duruyorum çünkü bu kitabın üstüne inşa edildiği konu bu. Nasıl oluyor da sağlıksız bir uyum hayatta kalabiliyor. Madem sağlıksız nasıl oluyor da seçilim baskısıyla bitmiyor. Aynı şekilde faydasız olan şeyler içinde geçerli. Batıl inançları örnek veriyor Edgerton. Faydası olmadığı halde hayatına devam edebilen bir çok inanç ve uygulama var. 

Edgerton sonraki paragrafta:

“If similar practices or beliefs were present among members of a family, kin group, hamlet, or village, they would continue to be useless or harmful, but another issue would arise-the survivability of the group and its sociocultural system.”   

“Benzer uygulamalar veya inançlar bir ailenin, akraba grubunun, mezranın veya köyün üyeleri arasında mevcutsa, bunlar faydasız veya zararlı olmaya devam edecektir, ancak başka bir sorun ortaya çıkacaktır - grubun ve sosyokültürel sisteminin hayatta kalması.” 

çözülmesi gereken bir sorunu ortaya koyuyor. Eğer faydasız ve zararlıysa nasıl oluyor da  varlığını sürdürebiliyor. Burada kullandığı ifade “survivability”, yani hayatta kalabilme yeteneğinden, varlığını sürdürebilme kapasitesinden bahsediyor. 

Edgerton tahmin edilebileceği gibi zararlı ve faydasız inanç ve uygulamaların nasıl olumsuz sonuç üretebildiğine dair “Oneida Topluluğu” örneğini veriyor. Oneida Cemaati'nin saçma sapan toplumsal normlar ve sapıkça cinsel kurallarla 30 yıl boyunca varlığını sürdürebildiğini görüyoruz. Liderlerinin yasadışı uygulamaları nedeniyle sonunda dağıldığı anlıyoruz.

Buna benzer grupları Türkiye'de de çok sık görüyoruz. Bazı tarikat liderlerinin aynı aileden erkek ve kadınlarla seks yaptığını ve bunun çok normal karşılandığını biliyoruz. Yada başka bazı tarikatlarda şeyhlerin insan üstü varlıklar olarak algılandığını da biliyoruz. Tüm bunlar bize yabancı değil. 

Edgerton bir başka toplulukla zararlı uygulamalara ve inançlara sahip olunması durumunu anlatıyor bize. Bu grup Duddie’s Branch adı verilen bir topluluk. Amerika’nın Kentucky eyaletinde, yoksulluk ve kötü yaşam koşulları içinde yaşamlarını sürdüren bu topluluğun hayatını anlatıyor. Topluluk üyeleri, sağlık sorunları, beslenme yetersizliği ve hijyen eksiklikleri nedeniyle son derece kötü fiziksel koşullarda yaşıyorlar. Evlerinin hijyen standartları çok düşük, su kaynakları kirli, çoğu kişi sürekli aç, çocuklar gelişimsel olarak geri kalmış, hastalıklarla mücadele ediyorlar. Aileler içinde ve genel olarak toplulukta sosyal etkileşim çok az; eğitim, sağlık veya başka türden sosyal kurumlar yok.

Buna rağmen Duddie’s Branch sakinleri, sahip oldukları yaşam tarzına bağlılık gösteriyor ve topluluklarına karşı güçlü bir aidiyet hissediyorlar. Dış dünyadan kopuk olmalarına ve yaşam standartlarının çok düşük olmasına rağmen, kendi kültürlerine ve ailelerine bağlılar. Özetle, bu topluluk, fiziksel sağlık ve genel refah açısından zorluklar içinde olsa da, kendi içinde bir tatmin ve bağlılık duygusuna sahipler. 

Sayfa 21:

“Here then is-or at least was-a physically unwell population that could not feed itself, that had no apparent social institutions they valued, whose children would seemingly qualify as being mentally retarded, and who were apparently incapable of doing anything to improve their nutrition, health, comfort, or general well-being. Yet this was only part of the reality of Duddie's Branch. Despite the absence of any kind of ritual, ceremony, or community-wide activities, these people were fiercely loyal to their hollow and their way of life. Even those few who could emigrate, like a boy Gazaway took away from the hollow for a brief period of schooling, preferred to remain in Duddie's Branch. They could also express great love for members of their families, and even for an outsider like Gazaway. They had pride, dignity, courage, and generosity. Many populations that have excellent health, good education, and material plenty and have never experienced hunger have shown less commitment to their culture and to one another. If it is a basic human need for people to feel content with themselves and their lives, then that need, if no other, was being met in Duddie's Branch.

Stressing this positive accomplishment of the people of Duddie's Branch is not intended to direct attention away from their harmful practices. Instead, it emphasizes the point that there are several criteria by which social and cultural inadequacy can be measured. One is survival-of the population or its culture-another is the physical well-being of its members, and still another is the members' satisfaction with their lives. The people of Duddie's Branch were satisfied, but their physical health was very poor, and their survival depended on government food allotments.”

“O halde burada, kendi kendini besleyemeyen, değer verdikleri görünürde hiçbir sosyal kurumu olmayan, çocukları görünüşte zihinsel engelli olarak nitelendirilebilecek ve görünüşe göre beslenme, sağlık, konfor veya genel refahlarını iyileştirmek için hiçbir şey yapamayan fiziksel olarak hasta bir nüfus vardı - ya da en azından öyleydi. Yine de bu, Duddie’s Branci'nin gerçekliğinin yalnızca bir parçasıydı. Herhangi bir ritüel, tören veya topluluk çapında faaliyet olmamasına rağmen, bu insanlar kovuklarına ve yaşam tarzlarına şiddetle bağlıydı. Gazaway'in kısa bir eğitim dönemi için kovuktan götürdüğü bir çocuk gibi göç edebilen az sayıda kişi bile Duddie's Branch'ta kalmayı tercih etti. Ayrıca aile üyelerine ve hatta Gazaway gibi bir yabancıya karşı büyük bir sevgi besleyebiliyorlardı. Gurur, haysiyet, cesaret ve cömertlik sahibiydiler. Mükemmel sağlığa, iyi eğitime ve maddi bolluğa sahip olan ve hiç açlık yaşamamış birçok toplum, kültürlerine ve birbirlerine karşı daha az bağlılık göstermiştir. Eğer insanların kendilerinden ve yaşamlarından memnun olmaları temel bir insani ihtiyaçsa, Duddie'nin Şubesi'nde bu ihtiyaç karşılanıyordu.

Duddie's Branch halkının bu olumlu başarısını vurgulamak, dikkatleri onların zararlı uygulamalarından uzaklaştırmayı amaçlamamaktadır. Bunun yerine, sosyal ve kültürel yetersizliğin ölçülebileceği birkaç kriter olduğu vurgulanmaktadır. Bunlardan biri, nüfusun ya da kültürün hayatta kalması, bir diğeri üyelerinin fiziksel refahı ve bir diğeri de üyelerinin yaşamlarından duydukları memnuniyettir. Duddie's Branch halkı hayatlarından memnundu, ancak fiziksel sağlıkları çok kötüydü ve hayatta kalmaları hükümetin yiyecek tahsisatına bağlıydı.”

Edgerton bu topluluğu kullanarak bize sosyal ve kültürel yetersizlikle ilgili 3 adet kriter sunuyor:

  1. nüfusun ya da kültürün hayatta kalması, 

  2. üyelerinin fiziksel refahı 

  3. üyelerinin yaşamlarından duydukları memnuniyettir.

Benim yukarıda okuduklarımdan anladığım, bir grup insan dışarıdan ne kadar başarısız görülürse görülsün eğer Edgerton’ın yukarıda sıraladığı 3. kritere bir şekilde ulaşılmışsa diğer iki kritere nasıl ulaşıldığının önemi yok. Yani bir grup sefalet içinde yaşıyor olabilir yada belki hastalıktan kırılıyor da olabilir ama bir şekilde kendilerini memnun hissediyorlarsa dışarıdan ne kadar sağlıksız gözükürse gözüksün yaşamaya devam edecektir.

Edgerton iki uç örneği verdikten sonra daha teorik bir tartışmaya geçiyor. 

Sayfa 21-22:

“Any attempt to develop a cross-culturally valid perspective on maladaptation must take into account these and other difficult-to measure criteria of human biocultural success-a daunting prospect. But before confronting these difficulties by turning to issues of comparison and evaluation, approaches that run counter to the perspectives taken in relativistic or interpretive anthropology, it would be useful to put the contributions of these latter approaches in perspective. Although some comparativists scorn relativists and interpretivists, who produce "nothing" but accounts of particular cultures (arabesques of allusion and allegory, some critics have implied), and some interpretive anthropologists reject all comparative research, these extreme adversarial positions parody the search for human understanding. Both interpretive and comparative approaches have value, both have contributed to anthropology and more generally to human understanding, and they should continue to do so in complementarity." metinde ne anlatılıyor? “

Sağlıksız uyumluluk konusunda kültürler arası geçerli bir bakış açısı geliştirmeye yönelik her türlü girişim, insanın biyokültürel başarısının bu ve diğer ölçülmesi zor kriterlerini dikkate almak zorundadır. Ancak karşılaştırma ve değerlendirme konularına dönerek bu zorluklarla yüzleşmeden önce, göreceli veya yorumlayıcı antropolojide benimsenen bakış açılarına ters düşen yaklaşımlar, bu son yaklaşımların katkılarını bir perspektife oturtmak faydalı olacaktır. Her ne kadar bazı karşılaştırmacılar, belirli kültürlerin anlatılarından (bazı eleştirmenlerin ima ettiği gibi kinaye ve alegorinin arabeskleri) başka “hiçbir şey” üretmeyen göreci ve yorumlayıcıları küçümsese ve bazı yorumlayıcı antropologlar tüm karşılaştırmalı araştırmaları reddetse de, bu aşırı karşıt pozisyonlar insani anlayış arayışını parodileştirmektedir. Hem yorumlayıcı hem de karşılaştırmalı yaklaşımların değeri vardır, her ikisi de antropolojiye ve daha genel olarak insan anlayışına katkıda bulunmuştur ve bunu tamamlayıcı bir şekilde yapmaya devam etmelidirler.

Kendimi her ne kadar göreceli yaklaşımlara uzak hissetsem de, her ne kadar sorunları yanlış yerden ele aldıklarını düşünsem de tamamen reddetmenin yanlış olduğunu düşünüyorum. Bu noktada Edgerton’ın durduğu yerde olmanın doğru olduğunu düşünüyorum.

Sayfa 22:

“The principle of cultural relativism is not merely a shibboleth but has helped to counter ethnocentrism and even racism. It has also provided an important corrective to ideas of unilinear evolution, which presumed that all societies passed through the same stages of "progress" until they eventually reached near-perfection; namely, one or another version of Western European "civilization.” The relativists' insistence on respect for the values of other people has undoubtedly done more good for human dignity and human rights than it has done harm to science. Even the overheated assertions of the epistemological relativists have been useful, for they remind anyone audacious enough to compare cultures that any sociocultural system is a complex network of meanings that must, indeed, be seen in context and, as much as possible, be understood as its members understand it. What is more, they may be right in arguing that some understandings and emotions are unique to a particular culture. Also, the meanings and functions of some practices may remain permanently beyond the comprehension of outside observers or interpreters of that particular culture.

Relativism, then, has its value, and not just in cautioning comparativists to proceed at their own risk. The admonitions of functionalists to attend carefully to the linkages among beliefs and practices continue to have value as well. When these perspectives-functionalism and relativism-are brought together to produce finely textured portraits of life in other cultures, the result is not the work of the Devil but the essential descriptive material without which neither cultural comparison nor evaluation can take place.”

“Kültürel görecelik ilkesi sadece bir slogan değil, etnosentrizm ve hatta ırkçılığa karşı koymaya yardımcı olmuştur. Aynı zamanda, tüm toplumların aynı “ilerleme” aşamalarından geçerek sonunda Batı Avrupa “medeniyetinin” şu ya da bu versiyonu olan mükemmele yakın bir noktaya ulaştığını varsayan tek doğrusal evrim fikirlerine de önemli bir düzeltici olmuştur. Rölativistlerin diğer insanların değerlerine saygı konusundaki ısrarı şüphesiz insan onuru ve insan hakları için bilime verdiği zarardan daha fazla yarar sağlamıştır. Epistemolojik rölativistlerin aşırı hararetli iddiaları bile yararlı olmuştur, çünkü kültürleri karşılaştıracak kadar cüretkar olan herkese, herhangi bir sosyokültürel sistemin, gerçekten de bağlam içinde görülmesi ve mümkün olduğunca üyelerinin anladığı gibi anlaşılması gereken karmaşık bir anlamlar ağı olduğunu hatırlatmaktadır. Dahası, bazı anlayış ve duyguların belirli bir kültüre özgü olduğunu savunmakta haklı olabilirler. Ayrıca, bazı uygulamaların anlamları ve işlevleri, o kültürün dış gözlemcilerinin veya yorumcularının kavrayışının ötesinde kalıcı olarak kalabilir.

O halde göreceliliğin bir değeri vardır ve bu değer sadece karşılaştırmacıları kendi risklerini göze alarak hareket etmeleri konusunda uyarmakla kalmaz. İşlevselcilerin inançlar ve uygulamalar arasındaki bağlantılara dikkatle eğilmeleri yönündeki uyarıları da değer taşımaya devam etmektedir. Bu perspektifler -işlevselcilik ve görecelilik- diğer kültürlerdeki yaşamın ince dokulu portrelerini üretmek için bir araya getirildiğinde, ortaya çıkan sonuç şeytanın işi değil, onsuz ne kültürel karşılaştırmanın ne de değerlendirmenin yapılabileceği temel tanımlayıcı malzemedir.”

Edgerton’dan çok öğretici bir tespitler dizisini gördük. Maalesef bu kadar sağlam cümleler bir arada olunca bunları özetlemek güç oluyor bu yüzden olduğu gibi alıntılıyorum. Bu alıntıdaki anahtar kavramlar: Kültürel Relativizm; Tekdüze Evrim; İnsan Onuru ve Hakları; Sosyokültürel Sistemlerin Karmaşıklığı; İşlevselcilik; Kültürel karşılaştırma ve değerlendirme. 

İkinci bölümün ilk kısmı bu şekilde sona eriyor. Bir sonraki alt başlık Kültürleri Değerlendirmek. Yazıyı çok uzatmadan burada bitiriyorum.


Dall-E tarafından oluşturulan Duddies Branch halkını anlatan görsel
Dall-E tarafından oluşturulan Duddies Branch halkını anlatan görsel

Not: Yapay zeka kullanarak ilk kez resim ürettim. Çok hoşuma gitti. Bir kaç farklı deneme yapmıştım onları da paylaşmak istedim. Her girdiğim farklı prompt farklı sonuca ulaşmamı sağladı. Bu arada neden yapay zekaya ihtiyaç duyduğumu da söyleyeyim. Duddies Branch halkı ile ilgili bir görsel paylaşmak istedim. okuduğumda hem şaşırmıştım hem de merak etmiştim. Kesin internette bulurum diye düşünüyordum ama maalesef Gazaway'in kitap kapağından başka internette görsel yok. Ben de kitapta anlatılanları metne dönüştürdüm ve yapay zekadan bu tarifi resmetmesini istedim. Ortaya bu sonuçlar çıktı. Belki daha iyi tarif etsem daha gerçeğe yakın sonuçlar üretebilirdim ama ben bu kadar becerebildim. Eğer kitabı okuyan olur da Duddies Branch halkının nasıl olduğunu daha iyi hayal eden olursa o da benim yaptığımı yapsın. Bakalım ne sonuç çıkacak.

Duddies Branch yapay zeka ile oluşturulmuş farklı görseller.
Duddies Branch yapay zeka ile oluşturulmuş farklı görseller.

Not 2: Yazıyı yayınladıktan sonra resim oluşturma işi o kadar hoşuma gitti ki yapmaya devam ettim ve çok daha fazla içime sinecek görüntüler çıktı ortaya. Onları da yayınlamak istedim.


Duddies Branch yaşlı adam ve çocuk
Duddies Branch yaşlı adam ve çocuk

Duddies Branch yaşlı adam ve çocuk arkada topluluktan insanlar
Duddies Branch yaşlı adam ve çocuk arkada topluluktan insanlar

Duddies Branch yaşlı adam ve çocuk
Duddies Branch yaşlı adam ve çocuk


Comments


bottom of page