Üçüncü Yazı
Bölüm 2
Görecelilikten Değerlendirmeye
Önce bu bölümde geçen temel sosyolojik ve antropolojik kavramların bir sözlüğünü vereyim. Bu sözlük çalışmasının faydalı ve gerekli olduğunu düşünüyorum. Çünkü ben bu kitabı ilk okuduğumda bir şey anlayamamıştım. Bunun sebebi de sosyoloji ve antropolojiden uzak olmamdı. Bu bilim alanlarının temel kavramlarından haberim yoktu. Halbuki işin içinde olanlar için bu kavramlar alfabenin ilk harfleri niteliğindedir ama konunun uzağında olan ama bu konulara ilgi duyanlar için bu kavramlar çok yeni olmalı. Bu yüzden yazıya geçmeden önce bu kavramlara göz gezdirmekte fayda var. Konuya hakim olanlar bu sözlüğü direkt atlayabilirler.
İkinci Bölümde Geçen Önemli kavramlar:
|
Bir önceki bölümde yaptığım gibi bu bölüme de ilk paragrafı olduğu gibi alarak başlayalım:
Sayfa 16:
“Anthropologists have long debated whether their field is or ought to be a science or one of the humanities; some are fond of pronouncing that it must become history or nothing or that biology and psychology have no explanatory power in the study of cultural man. These exchanges, as regular as the seasons, can be entertaining or infuriating, depending on one's tastes, but they do little to advance knowledge. What is needed, I believe, are fewer manifestos about the paradigmatic status of the discipline and better questions for scholars to pursue in whatever fashion they believe will lead to falsifiable answers. I am proposing several questions. First, can we identify valid criteria for determining whether one sociocultural system is more adaptive or less harmful to its members-than another? Second, do maladaptive or useless beliefs or practices occur even in societies that have survived in the same ecosystem for many years? Finally, if maladaptive beliefs and practices can be identified, why do they occur?”
“Antropologlar uzun zamandır alanlarının bir bilim mi yoksa beşeri bilimlerden biri mi olduğunu ya da olması gerektiğini tartışıyorlar; bazıları ya tarih ya da hiçbir şey olması gerektiğini ya da biyoloji ve psikolojinin kültürel insanı incelemede hiçbir açıklayıcı gücü olmadığını söylemekten hoşlanıyor. Mevsimler kadar düzenli olan bu fikir alışverişleri, kişinin zevkine bağlı olarak eğlendirici veya çileden çıkarıcı olabilir, ancak bilgiyi ilerletmek için çok az şey yaparlar. İhtiyaç duyulan şeyin, disiplinin paradigmatik statüsü hakkında daha az manifesto ve akademisyenlerin yanlışlanabilir cevaplara götüreceğine inandıkları şekilde peşine düşecekleri daha iyi sorular olduğuna inanıyorum. Ben birkaç soru öneriyorum. İlk olarak, bir sosyokültürel sistemin üyeleri için diğerinden daha uyumlu ya da daha az zararlı olup olmadığını belirlemek için geçerli kriterler tanımlayabilir miyiz? İkinci olarak, aynı ekosistemde uzun yıllar boyunca hayatta kalmış toplumlarda bile sağlıksız uyumlu veya yararsız inançlar veya uygulamalar ortaya çıkıyor mu? Son olarak, eğer sağlıksız uyumlu inançlar ve uygulamalar tespit edilebiliyorsa, bunlar neden ortaya çıkmaktadır?”
Bu alıntı hakkında bir şeyler söylemek istiyorum. Sosyoloji okumaya (öğrencisi olmaya) başladığımda bu konunun cahili olarak, sonunda “loji” geçtiği için, sosyal bilimlerin de aynen fizik bilimler gibi çalıştığını düşünüyordum. Maalesef aradan geçen 3 yıl sonunda büyük bir hayal kırıklığı yaşadım. Sosyal bilimler bir kriz içinde ve bunu çok saçma yollara saparak çözmeye çalışmışlar ve postmodernizm tuzağına düşmüşler. Kültürel Görecelik de bu tuzaklardan bir diğeri.
Bunları yok saymıyorum ama gereğinden fazla anlam yüklendiğini düşünüyorum. Edgerton ile bu konuda tamamen aynı fikirdeyim. Zaten bu bölümde ilerledikçe ne demek istediğim daha net anlaşılacak. O yüzden çok uzatmıyorum. Bu arada sosyolojinin de antropolojinin de eğer doğru bir yaklaşım içine girilirse bir bilim olabileceğini düşünüyorum ama bunun yolunun ‘gerçeklik yoktur’a kadar varabilecek bir saçmalık olmadığı kesin.
Alıntıya dönersek burada Edgerton yanlışlanabilir sorulardan bahsediyor, yani bilimden bahsediyor. Ve çok doğru bir noktaya temas ederek 3 adet anlamlı soru soruyor. sosyokültürel sistemleri karşılaştırmak, sosyokültürel sistemlerin içinde yaşayan insanlara zarar verip vermediğini tartışmak, sağlıksız uyumlu inanç ve uygulamaların nasıl devam ettiğini tespit etmek… işte bir bilim insanının bakış açısı.
Sayfa 16:
“Anything that impaired that person's ability to make the necessary adjustments to the demands of the environment (defer for now questions about what is meant by "environment") would be maladaptive. Although a fear of being caught in an open and unprotected area might have been selected for in our evolutionary past, a fear of open spaces so extreme that it kept a person in seclusion would be maladaptive in most societies. Although people in many societies enjoy alcohol, getting stinking drunk every day would usually be maladaptive, too”
“Bu kişinin çevrenin taleplerine göre gerekli ayarlamaları yapma becerisini bozan her şey sağlıksız uyumlu (maladaptif) olacaktır. Açık ve korunmasız bir alanda yakalanma korkusu evrimsel geçmişimizde seçilmiş olsa da, bir kişiyi inzivaya çekecek kadar aşırı bir açık alan korkusu çoğu toplumda sağlıksız uyum (maladaptif) olacaktır. Birçok toplumda insanlar alkolden hoşlansa da, her gün zil zurna sarhoş olmak da genellikle sağlıksız uyum yaratacaktır.”
“Maladaptif” yani benim “sağlıksız uyum” diye çevirdiğim şey aslında bir beceri problemi. Normalde yapması gereken bir şeyi yapamama ile ilgili bir durum. Yada daha doğrusu normalde yapılması beklenen şeyi sorunlu (sağlıksız) şekilde yapma hali. Maladaptif kavramı üzerinde duruyorum çünkü bu kitabın üstüne inşa edildiği konu bu. Nasıl oluyor da sağlıksız bir uyum hayatta kalabiliyor. Madem sağlıksız nasıl oluyor da seçilim baskısıyla bitmiyor. Aynı şekilde faydasız olan şeyler içinde geçerli. Batıl inançları örnek veriyor Edgerton. Faydası olmadığı halde hayatına devam edebilen bir çok inanç ve uygulama var.
Edgerton sonraki paragrafta:
“If similar practices or beliefs were present among members of a family, kin group, hamlet, or village, they would continue to be useless or harmful, but another issue would arise-the survivability of the group and its sociocultural system.”
“Benzer uygulamalar veya inançlar bir ailenin, akraba grubunun, mezranın veya köyün üyeleri arasında mevcutsa, bunlar faydasız veya zararlı olmaya devam edecektir, ancak başka bir sorun ortaya çıkacaktır - grubun ve sosyokültürel sisteminin hayatta kalması.”
çözülmesi gereken bir sorunu ortaya koyuyor. Eğer faydasız ve zararlıysa nasıl oluyor da varlığını sürdürebiliyor. Burada kullandığı ifade “survivability”, yani hayatta kalabilme yeteneğinden, varlığını sürdürebilme kapasitesinden bahsediyor.
Edgerton tahmin edilebileceği gibi zararlı ve faydasız inanç ve uygulamaların nasıl olumsuz sonuç üretebildiğine dair “Oneida Topluluğu” örneğini veriyor. Oneida Cemaati'nin saçma sapan toplumsal normlar ve sapıkça cinsel kurallarla 30 yıl boyunca varlığını sürdürebildiğini görüyoruz. Liderlerinin yasadışı uygulamaları nedeniyle sonunda dağıldığı anlıyoruz.
Buna benzer grupları Türkiye'de de çok sık görüyoruz. Bazı tarikat liderlerinin aynı aileden erkek ve kadınlarla seks yaptığını ve bunun çok normal karşılandığını biliyoruz. Yada başka bazı tarikatlarda şeyhlerin insan üstü varlıklar olarak algılandığını da biliyoruz. Tüm bunlar bize yabancı değil.
Edgerton bir başka toplulukla zararlı uygulamalara ve inançlara sahip olunması durumunu anlatıyor bize. Bu grup Duddie’s Branch adı verilen bir topluluk. Amerika’nın Kentucky eyaletinde, yoksulluk ve kötü yaşam koşulları içinde yaşamlarını sürdüren bu topluluğun hayatını anlatıyor. Topluluk üyeleri, sağlık sorunları, beslenme yetersizliği ve hijyen eksiklikleri nedeniyle son derece kötü fiziksel koşullarda yaşıyorlar. Evlerinin hijyen standartları çok düşük, su kaynakları kirli, çoğu kişi sürekli aç, çocuklar gelişimsel olarak geri kalmış, hastalıklarla mücadele ediyorlar. Aileler içinde ve genel olarak toplulukta sosyal etkileşim çok az; eğitim, sağlık veya başka türden sosyal kurumlar yok.
Buna rağmen Duddie’s Branch sakinleri, sahip oldukları yaşam tarzına bağlılık gösteriyor ve topluluklarına karşı güçlü bir aidiyet hissediyorlar. Dış dünyadan kopuk olmalarına ve yaşam standartlarının çok düşük olmasına rağmen, kendi kültürlerine ve ailelerine bağlılar. Özetle, bu topluluk, fiziksel sağlık ve genel refah açısından zorluklar içinde olsa da, kendi içinde bir tatmin ve bağlılık duygusuna sahipler.
Sayfa 21:
“Here then is-or at least was-a physically unwell population that could not feed itself, that had no apparent social institutions they valued, whose children would seemingly qualify as being mentally retarded, and who were apparently incapable of doing anything to improve their nutrition, health, comfort, or general well-being. Yet this was only part of the reality of Duddie's Branch. Despite the absence of any kind of ritual, ceremony, or community-wide activities, these people were fiercely loyal to their hollow and their way of life. Even those few who could emigrate, like a boy Gazaway took away from the hollow for a brief period of schooling, preferred to remain in Duddie's Branch. They could also express great love for members of their families, and even for an outsider like Gazaway. They had pride, dignity, courage, and generosity. Many populations that have excellent health, good education, and material plenty and have never experienced hunger have shown less commitment to their culture and to one another. If it is a basic human need for people to feel content with themselves and their lives, then that need, if no other, was being met in Duddie's Branch.
Stressing this positive accomplishment of the people of Duddie's Branch is not intended to direct attention away from their harmful practices. Instead, it emphasizes the point that there are several criteria by which social and cultural inadequacy can be measured. One is survival-of the population or its culture-another is the physical well-being of its members, and still another is the members' satisfaction with their lives. The people of Duddie's Branch were satisfied, but their physical health was very poor, and their survival depended on government food allotments.”
“O halde burada, kendi kendini besleyemeyen, değer verdikleri görünürde hiçbir sosyal kurumu olmayan, çocukları görünüşte zihinsel engelli olarak nitelendirilebilecek ve görünüşe göre beslenme, sağlık, konfor veya genel refahlarını iyileştirmek için hiçbir şey yapamayan fiziksel olarak hasta bir nüfus vardı - ya da en azından öyleydi. Yine de bu, Duddie’s Branci'nin gerçekliğinin yalnızca bir parçasıydı. Herhangi bir ritüel, tören veya topluluk çapında faaliyet olmamasına rağmen, bu insanlar kovuklarına ve yaşam tarzlarına şiddetle bağlıydı. Gazaway'in kısa bir eğitim dönemi için kovuktan götürdüğü bir çocuk gibi göç edebilen az sayıda kişi bile Duddie's Branch'ta kalmayı tercih etti. Ayrıca aile üyelerine ve hatta Gazaway gibi bir yabancıya karşı büyük bir sevgi besleyebiliyorlardı. Gurur, haysiyet, cesaret ve cömertlik sahibiydiler. Mükemmel sağlığa, iyi eğitime ve maddi bolluğa sahip olan ve hiç açlık yaşamamış birçok toplum, kültürlerine ve birbirlerine karşı daha az bağlılık göstermiştir. Eğer insanların kendilerinden ve yaşamlarından memnun olmaları temel bir insani ihtiyaçsa, Duddie'nin Şubesi'nde bu ihtiyaç karşılanıyordu.
Duddie's Branch halkının bu olumlu başarısını vurgulamak, dikkatleri onların zararlı uygulamalarından uzaklaştırmayı amaçlamamaktadır. Bunun yerine, sosyal ve kültürel yetersizliğin ölçülebileceği birkaç kriter olduğu vurgulanmaktadır. Bunlardan biri, nüfusun ya da kültürün hayatta kalması, bir diğeri üyelerinin fiziksel refahı ve bir diğeri de üyelerinin yaşamlarından duydukları memnuniyettir. Duddie's Branch halkı hayatlarından memnundu, ancak fiziksel sağlıkları çok kötüydü ve hayatta kalmaları hükümetin yiyecek tahsisatına bağlıydı.”
Edgerton bu topluluğu kullanarak bize sosyal ve kültürel yetersizlikle ilgili 3 adet kriter sunuyor:
nüfusun ya da kültürün hayatta kalması,
üyelerinin fiziksel refahı
üyelerinin yaşamlarından duydukları memnuniyettir.
Benim yukarıda okuduklarımdan anladığım, bir grup insan dışarıdan ne kadar başarısız görülürse görülsün eğer Edgerton’ın yukarıda sıraladığı 3. kritere bir şekilde ulaşılmışsa diğer iki kritere nasıl ulaşıldığının önemi yok. Yani bir grup sefalet içinde yaşıyor olabilir yada belki hastalıktan kırılıyor da olabilir ama bir şekilde kendilerini memnun hissediyorlarsa dışarıdan ne kadar sağlıksız gözükürse gözüksün yaşamaya devam edecektir.
Edgerton iki uç örneği verdikten sonra daha teorik bir tartışmaya geçiyor.
Sayfa 21-22:
“Any attempt to develop a cross-culturally valid perspective on maladaptation must take into account these and other difficult-to measure criteria of human biocultural success-a daunting prospect. But before confronting these difficulties by turning to issues of comparison and evaluation, approaches that run counter to the perspectives taken in relativistic or interpretive anthropology, it would be useful to put the contributions of these latter approaches in perspective. Although some comparativists scorn relativists and interpretivists, who produce "nothing" but accounts of particular cultures (arabesques of allusion and allegory, some critics have implied), and some interpretive anthropologists reject all comparative research, these extreme adversarial positions parody the search for human understanding. Both interpretive and comparative approaches have value, both have contributed to anthropology and more generally to human understanding, and they should continue to do so in complementarity." metinde ne anlatılıyor? “
“Sağlıksız uyumluluk konusunda kültürler arası geçerli bir bakış açısı geliştirmeye yönelik her türlü girişim, insanın biyokültürel başarısının bu ve diğer ölçülmesi zor kriterlerini dikkate almak zorundadır. Ancak karşılaştırma ve değerlendirme konularına dönerek bu zorluklarla yüzleşmeden önce, göreceli veya yorumlayıcı antropolojide benimsenen bakış açılarına ters düşen yaklaşımlar, bu son yaklaşımların katkılarını bir perspektife oturtmak faydalı olacaktır. Her ne kadar bazı karşılaştırmacılar, belirli kültürlerin anlatılarından (bazı eleştirmenlerin ima ettiği gibi kinaye ve alegorinin arabeskleri) başka “hiçbir şey” üretmeyen göreci ve yorumlayıcıları küçümsese ve bazı yorumlayıcı antropologlar tüm karşılaştırmalı araştırmaları reddetse de, bu aşırı karşıt pozisyonlar insani anlayış arayışını parodileştirmektedir. Hem yorumlayıcı hem de karşılaştırmalı yaklaşımların değeri vardır, her ikisi de antropolojiye ve daha genel olarak insan anlayışına katkıda bulunmuştur ve bunu tamamlayıcı bir şekilde yapmaya devam etmelidirler.”
Kendimi her ne kadar göreceli yaklaşımlara uzak hissetsem de, her ne kadar sorunları yanlış yerden ele aldıklarını düşünsem de tamamen reddetmenin yanlış olduğunu düşünüyorum. Bu noktada Edgerton’ın durduğu yerde olmanın doğru olduğunu düşünüyorum.
Sayfa 22:
“The principle of cultural relativism is not merely a shibboleth but has helped to counter ethnocentrism and even racism. It has also provided an important corrective to ideas of unilinear evolution, which presumed that all societies passed through the same stages of "progress" until they eventually reached near-perfection; namely, one or another version of Western European "civilization.” The relativists' insistence on respect for the values of other people has undoubtedly done more good for human dignity and human rights than it has done harm to science. Even the overheated assertions of the epistemological relativists have been useful, for they remind anyone audacious enough to compare cultures that any sociocultural system is a complex network of meanings that must, indeed, be seen in context and, as much as possible, be understood as its members understand it. What is more, they may be right in arguing that some understandings and emotions are unique to a particular culture. Also, the meanings and functions of some practices may remain permanently beyond the comprehension of outside observers or interpreters of that particular culture.
Relativism, then, has its value, and not just in cautioning comparativists to proceed at their own risk. The admonitions of functionalists to attend carefully to the linkages among beliefs and practices continue to have value as well. When these perspectives-functionalism and relativism-are brought together to produce finely textured portraits of life in other cultures, the result is not the work of the Devil but the essential descriptive material without which neither cultural comparison nor evaluation can take place.”
“Kültürel görecelik ilkesi sadece bir slogan değil, etnosentrizm ve hatta ırkçılığa karşı koymaya yardımcı olmuştur. Aynı zamanda, tüm toplumların aynı “ilerleme” aşamalarından geçerek sonunda Batı Avrupa “medeniyetinin” şu ya da bu versiyonu olan mükemmele yakın bir noktaya ulaştığını varsayan tek doğrusal evrim fikirlerine de önemli bir düzeltici olmuştur. Rölativistlerin diğer insanların değerlerine saygı konusundaki ısrarı şüphesiz insan onuru ve insan hakları için bilime verdiği zarardan daha fazla yarar sağlamıştır. Epistemolojik rölativistlerin aşırı hararetli iddiaları bile yararlı olmuştur, çünkü kültürleri karşılaştıracak kadar cüretkar olan herkese, herhangi bir sosyokültürel sistemin, gerçekten de bağlam içinde görülmesi ve mümkün olduğunca üyelerinin anladığı gibi anlaşılması gereken karmaşık bir anlamlar ağı olduğunu hatırlatmaktadır. Dahası, bazı anlayış ve duyguların belirli bir kültüre özgü olduğunu savunmakta haklı olabilirler. Ayrıca, bazı uygulamaların anlamları ve işlevleri, o kültürün dış gözlemcilerinin veya yorumcularının kavrayışının ötesinde kalıcı olarak kalabilir.
O halde göreceliliğin bir değeri vardır ve bu değer sadece karşılaştırmacıları kendi risklerini göze alarak hareket etmeleri konusunda uyarmakla kalmaz. İşlevselcilerin inançlar ve uygulamalar arasındaki bağlantılara dikkatle eğilmeleri yönündeki uyarıları da değer taşımaya devam etmektedir. Bu perspektifler -işlevselcilik ve görecelilik- diğer kültürlerdeki yaşamın ince dokulu portrelerini üretmek için bir araya getirildiğinde, ortaya çıkan sonuç şeytanın işi değil, onsuz ne kültürel karşılaştırmanın ne de değerlendirmenin yapılabileceği temel tanımlayıcı malzemedir.”
Edgerton’dan çok öğretici bir tespitler dizisini gördük. Maalesef bu kadar sağlam cümleler bir arada olunca bunları özetlemek güç oluyor bu yüzden olduğu gibi alıntılıyorum. Bu alıntıdaki anahtar kavramlar: Kültürel Relativizm; Tekdüze Evrim; İnsan Onuru ve Hakları; Sosyokültürel Sistemlerin Karmaşıklığı; İşlevselcilik; Kültürel karşılaştırma ve değerlendirme.
İkinci bölümün ilk kısmı bu şekilde sona eriyor. Bir sonraki alt başlık Kültürleri Değerlendirmek. Yazıyı çok uzatmadan burada bitiriyorum.
Not: Yapay zeka kullanarak ilk kez resim ürettim. Çok hoşuma gitti. Bir kaç farklı deneme yapmıştım onları da paylaşmak istedim. Her girdiğim farklı prompt farklı sonuca ulaşmamı sağladı. Bu arada neden yapay zekaya ihtiyaç duyduğumu da söyleyeyim. Duddies Branch halkı ile ilgili bir görsel paylaşmak istedim. okuduğumda hem şaşırmıştım hem de merak etmiştim. Kesin internette bulurum diye düşünüyordum ama maalesef Gazaway'in kitap kapağından başka internette görsel yok. Ben de kitapta anlatılanları metne dönüştürdüm ve yapay zekadan bu tarifi resmetmesini istedim. Ortaya bu sonuçlar çıktı. Belki daha iyi tarif etsem daha gerçeğe yakın sonuçlar üretebilirdim ama ben bu kadar becerebildim. Eğer kitabı okuyan olur da Duddies Branch halkının nasıl olduğunu daha iyi hayal eden olursa o da benim yaptığımı yapsın. Bakalım ne sonuç çıkacak.
Not 2: Yazıyı yayınladıktan sonra resim oluşturma işi o kadar hoşuma gitti ki yapmaya devam ettim ve çok daha fazla içime sinecek görüntüler çıktı ortaya. Onları da yayınlamak istedim.
Comments