Peş peşe iki yazı aynı konu hakkında olmuş oluyor. Bir önceki yazıda Merton’un anomi kavramı üzerine yazı yazmıştım. Toplumsal yapı ile kültürel yapı arasındaki ilişki üzerine durmuştuk. Eğer değerler konusunda uyumsuzluk varsa basit anomi oluyordu. Asıl kötü olan ise değerlerin çürüdüğü akut anomi haliydi. Yani kültür ve toplumun bütünleşmesini odak noktasına almıştık.
Ders kitabını okumaya devam ediyorum ve aynı konuyu destekleyen bir başka bakışı okuyorum. Bu bakış Coser’den geliyor.
“Coser’ın çatışmacı görüşleri işlevselci bir yaklaşımı da içermektedir. Fakat işlevselcilerin aksine Coser çatışmanın olumlu işlevlere de sahip olduğunu ileri sürmektedir. Temelde çatışmayı toplumsal yapının işleyişi için olumlu bulan Coser’a göre olumlu ve işlevsel olmayan çatışmalar da söz konusudur. Sorunun biçimi ve çatışmanın kaynağı kadar toplumsal yapının özellikleri de bunda belirleyicidir. Buna göre eğer bir çatışma toplumun varlığını üzerine inşa ettiği temel norm ve değerler hakkında ise bu çatışma olumlu ve işlevsel değildir. Aksine çatışma eğer toplumdaki süreç ve işlevlere ilişkin ise olumlu ve işlevsel olacaktır. Aynı zamanda toplumsal yapı çatışmayı kabul etmiyor, engelliyor ve bastırıyorsa bu durumda çatışma toplumun temel norm ve yapısına yönelecektir ve olumlu bir karakter kazanamayacaktır. Dolayısıyla çatışmayı bastırmayan, normal süreçler dahilinde ele alan toplumlarda çatışma daha çok temel toplumsal işlevlere ve süreçlere yönelecek ve toplumsal yapının değişimine olumlu bir katkı sağlayacaktır.”
Türkiyede yaşadığımız şeyin adına ister anomi diyelim ister demeyelim neticede yaşadığımız şeyi çok net şekilde görebiliyoruz. Türkiyede yaşayanlar şu an değerler ve normları çürütüyorlar çünkü sağlıklı bir şekilde sorunları ortaya koyma iklimine sahip değiliz. ,
Bu durum yeni de değil. Cumhuriyet kurulduğundan beri yaşıyoruz bunu. Daha önce Türklük Sözleşmesi kitabını incelerken görmüştük bunu. Bu ülke yanlış yada sakat temeller üzerine kurulmuş. Ülke içinde yaşayan insanlara bir şeyleri dayatmış ve evrimsel bir gelişimin önü tıkanmış. Coser’in belirttiği şekilde gelişmiş ülkenin sorunları. işlevsel değil norm ve değerler üzerine bir çatışmaya dönüşmüş sorunlar.
Gerçi bunun sorumluluğunu Cumhuriyete atmak ne kadar makul bilmiyorum. Sanki Osmanlıdan aldığımız sağlıklı bir miras vardı da onu mu bozduk? Tam tersine kul olmaktan çıkıp da birey olmaya, vatandaş olmaya başlayınca gereken donanıma sahip olmadığımızı da görmüş olduk. Dışarıdan zorlama bir donanım yüklemesi yapılmaya kalkınca da bünye bu donanımı kabul etmedi.
Tarihi tartışmayı bırakıp da günümüze dönersek yaşadığımız şeyleri bu bakışla değerlendirelim. Çatışmaların bastırıldığı bir toplumsal ve kültürel iklimimiz var. Tüm toplumsal kesimler (Türk, Kürt, Alevi, Sünni, Sosyal Demokrat, Muhafazakar, Dindar, Laik) sorunlarının gerçek kaynaklarına odaklanmak yerine, değerler, kimlikler ve normlar üzerinden bir tartışma yürütüyor. Ekonomik eşitsizlikler veya toplumsal adaletsizlik gibi konular yerine, din, laiklik, etnik köken, yaşam tarzı gibi kimlik ve değer odaklı çatışmalar öne çıkıyor. Bu da toplumda kutuplaşmayı artırıyor ve sorunların gerçek kaynaklarının tartışılmasını engelliyor.
Asıl dertlerimizle uğraşmak yerine yapay gündemler içinde boğulup duruyoruz. Ülke olarak öğrenemediğimiz şeyler var. Daha doğrusu öğrenme imkanlarından yoksun bırakıldığımız şeyler var. Demokrasiyi içselleştiremiyoruz. Şeriat korkusu ile, dinin ülkeyi ele geçireceği korkusu ile yıllarımız geçti. Haksız bir koku muydu bilmiyorum. İslamın hakim olduğu hiçbir coğrafyanın gelişmesinin mümkün olmadığını düşünüyorum. Çünkü gelişmek için aklı ön plana almak gerekiyor ve islamiyetin de en çok korktuğu şey akıl. Çünkü akıl sorgulamayı sağlıyor ve sorgulanan her şeyin doğru mu yanlış mı olduğu ortaya çıkar. Ve islamiyet sorgulanmaktan korkuyor.
Ama bunun kaçınılmaz olduğunu görmek zorundalar. Baskıyla devam edildiğinde, sağlıklı bir çatışma ortamı olmadığında yaşadığımız şey bu. Değerler ve normlar üzerinden yapılan anlamsız tartışmalarla ömür geçiyor. Çünkü islamiyet kendi norm ve değerlerini dayatıyor ve alternatif hiçbir değer ve normu kabul etmiyor.
Toplumsal değişim kaçınılmaz. Değişmemek imkansız. İlla ki değişim olacak ama eğer sen bu değişimin olmasını engellersen düdüklü tencere yaratmış oluyorsun. Toplumun farklı kesimleri çatışmak zorunda. İnsanın doğası bunu gerektiriyor. Her insan, her grup birbirinden farklı. Farklılık olan yerde çatışmamak imkansız. Önemli olan bu çatışmayı işe yarar bir şeye dönüştürmek. Çatışma yıkıcı da olabilir yapıcı da. Bu konuyu nasıl ele aldığına bağlı. Amaç üzüm yemek mi bağcı dövmek mi buna karar vermek gerekiyor.
Comments