top of page
Okunduğu Gibi

Uyum ve Sağlıksız-Uyum: Edgerton'ın Hasta Toplumlar Kitabı

Robert B. Edgerton’un “Hasta Toplumlar” kitabını yaklaşık 10 yıl önce almıştım. O dönem kitabın ilgi alanıma girmesinin sebebi Doğan Cüceloğlu'nun kitaba önsöz yazmış olmasıydı. Kitabı o dönem anlamak için çok emek harcamıştım ama bana çok karmaşık ve anlaşılmaz gelmişti. Şimdi görüyorum ki altyapım o zamanlar bu kitabı anlamak için yeterli değilmiş. 

Sosyoloji okumaya daha o zamanlardan karar vermiş olduğumu ama farkında olmadığımı bu kitabı aldıktan yıllar sonra şimdi anlıyorum. Sosyoloji bölümünde 4. sınıfa geçmişken ve sosyoloji, antropoloji, psikoloji, evrimsel psikoloji ile ilgili olarak yüzlerce kitap okuduktan sonra bu kitabı anlamakta zorluk çekmedim. Çok keyifle 4-5 günde bitirdim. 

Kitabın elimdeki çevirisinden hiç memnun kalmadım. Kitabı yapay zekanın da desteği ile  kendim çevirdim. İlk okuduğumda anlayamamış olmamda benim alt yapı eksikliğim olduğu kadar kitabın kötü çevirisinin de etkili olduğunu görüyorum. Daha kitabın kapağında bu kötü çevirinin başladığını görmek mümkün. 

Çevirmen, “Challenging the Myth of Primitive Harmony” olan orjinal alt başlığı “İlkel Düzen Efsanesine Bir Meydan Okuyuş” olarak çevirmiş. Çok ciddi bir sorun değil ama harmony kelimesini “Uyum veya Ahenk” olarak Myth kelimesini ise Mit olarak çevirmek mümkündü. Bu noktayı şimdilik atlıyorum ve kitaba geçmek istiyorum. 

Kitaba Bakış

Şimdi kitabın ilk bölümüne geçmeden kısaca kitabı bir tanıtayım. 

Kitap 8 bölümden oluşuyor.

İlkel Uyum Miti

İlk başlık  “İlkel Uyum Miti”. Bu başlık altında Edgerton, "ilkel" toplumların romantize edilmesine karşı çıkarak, bu toplumların modern toplumlardan daha uyumlu veya mutlu olduğuna dair yaygın inancı eleştiriyor. "Uyumlu toplum" fikrinin idealize edilmiş bir bakış açısı olduğu savunuyor. 

Görecelilikten Değerlendirmeye

İkinci başlık “Görecelilikten Değerlendirmeye”. Bu başlık altında, kültürler arası karşılaştırma ve değerlendirme tartışmasını ele alıyor ve kültürel görecelilik, işlevselcilik ve adaptivizm gibi antropolojik yaklaşımların güçlü ve zayıf yönlerini inceliyor. 

Kültürlerin Değerlendirilmesi ve Maladaptasyonun Tanımlanması alt başlıkları ile bu bölüm detaylandırılmış. 

  1. Kültürlerin Değerlendirilmesi 

Kültürlerin Değerlendirilmesi alt başlığı altında, Edgerton antropolojide kültürlerin nasıl değerlendirileceği ve karşılaştırılacağı konusundaki tartışmaları özetliyor. Antropologlar arasında, kültürler arası karşılaştırma ve kültürel görecelilik tartışmaları tarih boyunca geniş yankı bulduğunu anlatıyor. Adaptivizm, işlevselcilik gibi yaklaşımlar ise her kültürel pratiğin toplumsal uyum ve hayatta kalma amacı taşıyıp taşımadığını sorgulaması hakkındaki görüşlerini aktarıyor. Bazı antropologların bu konular hakkındaki görüşlerini görüyoruz. Her kültürel pratiğin uyum sağlamadığını, bazılarının toplum için zararlı olabileceğini öne sürdüğünü bizlere gösteriyor. Bu, kültürel pratiklerin her zaman işlevsel veya yararlı olmadığını kabul eden yeni bir yaklaşıma yol açtığını anlıyoruz.

  1. Maladaptasyonun Tanımlanması 

Metin, maladaptasyon (sağlıksız uyum) kavramının hem bireysel-genetik hem de toplumsal düzeyde nasıl ortaya çıkabileceğini ve etkilerini ele alıyor. Maladaptasyon, bireyin biyolojik ya da psikolojik uyumsuzluğundan, toplumların işlevsel gereksinimlerini karşılayamamasına kadar geniş bir yelpazede inceleniyor. Sosyobiyolojik yaklaşımlar eleştirilirken, toplumun uyum içinde kalması için bireylerin sosyal refahının ve memnuniyetinin korunmasının önemine dikkat çekiliyor.

Maladaptasyon (Sağlıksız Uyum)

3. Bölüm Maladaptasyon (Sağlıksız Uyum) başlığını taşıyor ve oldukça kapsamlı ve uzun bir bölüm. Bir çok alt başlık içeriyor.

Alt başlıklara geçmeden önce "maladaptation" kelimesinin türkçeye nasıl çevrilmesi gerektiği konusunda biraz beyin jimnastiği yapmak istiyorum. 

Mal- ön eki ingilizcede kötü, zararlı, yetersiz gibi anlamlar taşıyor. Bir kaç örnek vermek gerekirse: 

Malfunction: İşlev bozukluğu, düzgün çalışmama; 

Malnutrition: Kötü beslenme veya yetersiz beslenme; 

Malpractice: Hatalı uygulama, suistimal anlamlarına geliyorlar. 

Bu örneklerden de görüldüğü gibi “mal” öneki önüne geldiği kelimeye olumsuzluk anlamı katan “un” gibi davranmıyor. Bu durumda “maladaptation” kelimesini uyumsuz değil kötü uyum, uyum bozukluğu, yetersiz uyum, hatalı uyum şeklinde çevirmek doğru olacaktır. Maladaptasyon olarak olduğu gibi de bırakılabilir ama ben daha anlaşılır olması adına bu kelimeyi kitabın da adının “Hasta Toplumlar” olması hasebiyle “sağlıksız uyum” olarak çevirmenin daha uygun olacağını düşünüyorum. Belki kötü uyum yada zararlı uyum da olabilirdi ama kitabın ismine atfen elimden geldiğince bu kelimeyi sağlıksız uyum şeklinde çevirmeye çalışacağım.

Bu kısa nottan sonra şimdi kitabın incelemesine devam edeyim.

Bu bölümde insan topluluklarının sağlıksız uyum durumlarını ele alarak çeşitli toplumsal uygulamaların nasıl maladaptif (sağlıksız uyumlu) olabileceğini ve bu uygulamaların neden değişime karşı direnç gösterdiğini inceliyor. İnsan doğasının toplum üzerindeki etkilerini, kültürel yapılarla biyolojik eğilimlerin karmaşık etkileşimini ve toplumların kendilerini koruma mekanizmalarını konu ediyor.

Şimdi alt başlıklara bir bakalım:

  1. Tazmanyalılar

Uzun izolasyon nedeniyle teknoloji ve toplumsal kurumlarda ilerleme kaydedemeyen bir toplum olarak ele alınmışlar. Sağlıksız uyumlarının sonucunda Avrupa ile temasta nasıl çöktükleri işlenmiş.

  1. Adaptasyonun Optimal mi, Katlanılabilir mi Olduğu

İnsanların kültürel inanış ve uygulamalarının her zaman çevresel veya toplumsal koşullara uyum sağlamadığını sorguluyor. Bazı zararlı inançların ve uygulamaların uzun süre var olabileceğini, irrasyonel kararların kötü sonuçlara yol açabileceğini gösteriyor. Birçok insan davranışının adaptif olmadığını, bazen sadece alışkanlık veya gelenekler nedeniyle sürdürüldüğünü vurguluyor.

  1. Sağlıksız Uyumun Kalıcılığı

İnsanların sağlıksız uyumlu (maladaptif) uygulamalarının neden uzun süre devam ettiğini ve değişime neden direnç gösterdiğini inceliyor. Toplumlar, dış faktörler olmadığında yenilik yapma veya uyum sağlama gereği hissetmediğini belirtiyor. İnsanların evrimsel olarak muhafazakâr bir yapıya sahip olduğunu öne sürüyor. Dikkat çekici bir tespit şu insanları neyi neden yaptıkları sorulduğunda , "atalarımız böyle yapmış" gibi gerekçelerle sürdüğünü aktarıyor. Doğaüstü inançları nedeniyle bazı halkların mantıksız kararlar alması, insanların her zaman rasyonel olmadığını gösteriyor.

  1. Biyolojik Yatkınlıklar ve Sağlıksız Uyum

İnsan davranışlarının genetik eğilimler ve kültürel faktörler tarafından nasıl şekillendiğini ve bu süreçlerin sağlıksız uyumlu sonuçlar doğurabileceğini inceliyor. Biyolojik eğilimlerin, insanları bencil ve zorlayıcı hale getirebileceği, ayrıca sosyal ve kültürel mekanizmaların bu eğilimleri kontrol etme çabalarının her toplumda tam anlamıyla başarılı olamadığı vurgulanıyor. Kültürel ihtiyaçların, bireylerin düşünme ve davranma biçimlerini şekillendirdiği, bu durumun sağlıksız-uyumlu sonuçlar doğurabileceği, ayrıca köklü kültürel değerlerin değişime direnci zorlaştırabileceği ifade ediliyor.

  1. İnsan Doğasının Değerlendirilmesi

Edgerton, İnsan doğasını anlamak için farklı disiplinlerden araştırmacıların kullandığı çeşitli yöntemleri ve ortaya çıkan sonuçları inceliyor. İnsan doğasının basit genetik eğilimlerle sınırlı olamayacağı, psikobiyolojik dürtülerin yanı sıra, daha karmaşık genetik temellerin ve sosyal davranışların incelenmesi gerektiği vurgulanıyor. Ayrıca, aldatma ve öz-inkar gibi davranışların insan doğasında önemli yer tuttuğu, bireylerin çevresel taleplere yanıt olarak evrimleşen özel psikolojik mekanizmalara sahip olduğu belirtiliyor. İnsanların bilişsel yeteneklerinin farklı Pleistosen çevrelerinde evrimleştiği ve bireyler arasındaki mizaç farklılıklarının toplum üzerindeki etkileri de ele alınıyor.

  1. İnsan Doğası ve Toplum Arasındaki Karmaşık İlişki: 

Edgerton bu başlık altında, İnsan doğasının toplum içindeki rolünü ve toplumla olan karmaşık etkileşimini inceliyor. İnsanların sosyal varlıklar olarak işbirliği yapma eğilimleri ve diğerleriyle bir arada olma ihtiyaçları vurguluyor, bazı genetik eğilimlerin topluma tehdit oluşturabileceği, örneğin açgözlülük ve yalan söyleme gibi davranışların sorunlara yol açabileceği belirtiyor. Savaşın kökeni ve şiddetin evrimsel temelleri tartışılıyor. Kültürün insan doğasının tehdit edici yönlerini kontrol etme çabalarının kısmi başarıyla sonuçlandığı ve insan doğasının bazen uyumsuz olabileceği savunuluyor.

İnsan doğası ile toplum arasındaki etkileşim gibi çok ilgi çekici bir konu bu bölümde ele alınmış. Edgerton, Sosyal bilimlerle ve sosyoloji ve/veya antropoloji ile ilgilenen herkesin üstüne düşünmekten hoşlandığı bir konuyu ele almış . İnsanların irrasyonel ya da zarar verici davranışlarının yalnızca biyolojik ya da çevresel zorunluluklarla açıklanamayacağını ve kültürel normların değişime karşı direnç gösterdiğini bize aktarmış.

Önce Kadınlar ve Çocuklar

4. bölüm “Önce Kadınlar ve Çocuklar” üst başlığı altında “Eşitsizlikten Sömürüye”  başlığı ile devam ediyor. Bu bölümdeki alt başlıklar şunlar: Erkek Baskınlığı ve Siyasi Sömürü.

  1. Eşitsizlikten Sömürüye

Tarih boyunca toplumsal eşitsizliklerin nasıl ortaya çıktığını ve güçlü grupların çıkarlarını koruma eğilimlerinin nasıl zayıfları mağdur ettiğini ele alıyor. Avcı-toplayıcı toplumlar dahil olmak üzere tüm toplumlarda, cinsiyet, yaş ve yetenek farklılıkları eşitsizliklerin temelini oluşturmuştur. Kadınlar ve çocuklar genellikle kaynaklardan daha az yararlanmış ve erkekler veya lider sınıflar tarafından baskı altında tutulmuştur. Modern devletlerin doğuşuyla bu eşitsizlikler daha da artmış, elit gruplar kendi çıkarları için toplumu sömürmüş, doğayı tahrip etmiş ve savaşlar başlatmıştır.

  1. Erkek Baskınlığı

Bu alt başlık altında, erkek baskınlığının toplumlar üzerindeki etkilerini ve bu baskının kadın sağlığı, refahı ve toplumsal uyum açısından olumsuz sonuçlarını ele alıyor. Farklı toplumlarda kadınların erkeklere boyun eğme derecesinin değiştiği, ancak erkeklerin kadınlar üzerindeki kontrolünün genel olarak yaygın olduğu belirtiliyor. Cinsiyetler arası iş birliği ve saygının daha istikrarlı ve sağlıklı toplumsal yapılar oluşturduğu vurguluyor.

  1. Siyasi Sömürü.

Bu son alt başlıkta, tarih boyunca devletler ve elitlerin kendi çıkarlarını koruma güdüsüyle toplum üzerinde nasıl hakimiyet kurduğunu ve bu süreçte geniş kitlelerin yaşam koşullarının kötüleştiğini ele alıyor. Despotizmin, devlet terörünün ve sosyal eşitsizlikler gibi örnekler vererek toplumların nasıl şekillendirdiğini gösteriyor. Elitlerin politikalarının bazen fayda sağlasa bile genellikle uzun vadede toplumsal adaletsizlik ve uyumsuzluk doğurduğu vurguluyor. Sonuca geldiğimizde, elitlerin kendi güçlerini korumak için toplumları nasıl bilinçli olarak geride tuttuğunu, fakat bunun da toplumsal ve çevresel yıkımlara yol açabileceğini tartışıyor.

Hastalık, Acı ve Erken Ölüm

5. bölüm “Hastalık, Acı ve Erken Ölüm”. Bu başlık altında “Sağlık ve Istırap”, “Maladaptif Sağlık İnançları ve Uygulamaları”,  “Stres ve İyi Yaşam”, “Akıl Hastalığı” alt başlıkları var. 

Bu bölüm, hastalıkların bireyler üzerindeki etkilerini, bu etkilerin kültürel ve sosyal boyutlarını ve erken ölümle olan ilişkisini inceliyor. Burada, sağlık sorunlarının sadece fizyolojik değil, aynı zamanda psikolojik ve sosyal boyutlarının da olduğu vurgulanıyor.

1. Sağlık ve Acı

İnsan sağlığının, yoksulluk, sömürü, tarıma geçiş ve şehirleşme gibi sosyoekonomik değişimlerle nasıl bozulduğunu ele alıyor. Tarıma geçiş ve şehirleşme enfeksiyonlar, beslenme yetersizlikleri ve daha düşük yaşam beklentileri ile insan sağlığını olumsuz etkilediğini belirtiyor. Avcı-toplayıcı toplumların daha sağlıklı oldukları düşünülse de, onların da yüksek bebek ölüm oranları ve zor yaşam koşullarıyla mücadele ettiklerini vurguluyor.

2. Maladaptif Sağlık İnançları ve Uygulamaları

Geleneksel toplumlarda sağlık ve beslenmeyle ilgili yanlış inanışların ve uygulamaların, bireylerin sağlığını nasıl olumsuz etkilediğini tartışıyor. Örneğin, protein eksikliği veya hijyen kurallarına uyulmaması gibi pratikler, yüksek çocuk ölüm oranları ve beslenme yetersizliği ile sonuçlandığını aktarıyor. Yanlış inanışlar, bazı hastalıkların nedenlerini yanlış yorumlamak gibi, toplumların sağlık sorunlarını çözmelerini engelleyen bir döngü yaratır ve sağlıklı yaşam koşullarına erişimi zorlaştırır diyor.

3. Stres ve İyi Oluş

Stresin bireylerin sağlık ve yaşam kalitesi üzerindeki etkilerini, sosyal ve kültürel bağlamda inceliyor. Farklı toplumların ve sosyal yapıların bireylerde stres yaratma potansiyeli olduğunu ve bu stresin psikosomatik hastalıklara yol açabileceğini tartışıyor. Tabular, sosyal yasaklar ve korku gibi kültürel faktörlerin, bireylerde sürekli endişe yaratarak psikolojik sağlığı olumsuz etkileyebileceği vurgulanıyor. Metin, stresin toplumsal kaynaklarının, bireylerin yaşamında karmaşık ve yıpratıcı etkiler yarattığını öne sürüyor.

4. Zihinsel Hastalık

Edgerton bu başlık altında, zihinsel hastalıkların sosyo-kültürel faktörler tarafından nasıl etkilendiğini ve şekillendiğini tartışıyor. Şehir yaşamı, aile dinamikleri, sosyal sınıf ve kültürel farklılıkların, bireylerin zihinsel sağlıkları üzerindeki etkileri ele almış. Bazı kültürlerin belirli hastalıklara daha yatkın olduğu, bazılarının ise sosyal destek yapıları sayesinde daha dirençli olduğu belirtiliyor. Zihinsel hastalıkların oluşumunda sosyal, kültürel ve ekonomik faktörlerin karmaşık rolünü vurguluyor..

Hoşnutsuzluktan İsyana

6. Bölüm “Hoşnutsuzluktan İsyana” adını taşıyor. Bu uzun ve alt başlıkları olmayan bir bölüm. Bu başlık altında, çeşitli kültürel uygulamaların bireyler üzerinde nasıl baskı ve acı yarattığını; bu uygulamalardan duyulan hoşnutsuzluğun, bazen isyan ve protestoya dönüştüğünü ele alıyor. Kadınlar ve toplumlar, bedensel ve ruhsal zararlara yol açan geleneklere karşı tepki gösteriyor, bazen bu hoşnutsuzluk otoriteye karşı isyanlarla ya da yenilikçi değişim hareketleriyle ortaya çıkıyor. Farklı coğrafyalardan örneklerle, toplumların kültürel memnuniyetsizliğin etkisiyle nasıl protesto, direniş ve dönüşüm süreçlerine girdiği tartışılıyor.

Nüfusların, Toplumların ve Kültürlerin Ölümü

7. Bölüm “Nüfusların, Toplumların ve Kültürlerin Ölümü”. Bu başlık altında, çeşitli toplumların nasıl yok olduğu veya kendilerini yok etme yoluna gittiği örnekler üzerinden toplumsal çöküşleri ele alıyor. Avrupa etkisiyle zayıflayan yerli topluluklardan bahsediyor. Dış baskı, savaş, irrasyonel inançlar, iç çatışmalar, aşırı militarizm ve sosyal yapıların çöküşü gibi unsurların toplumların nüfusunu ve kültürlerini nasıl tükettiği anlatılıyor. Özetle, kültürel, askeri veya dinsel değerlerin yanlış uygulamaları toplumların sonunu getirebiliyor.

Adaptasyon Yeniden Düşünüldü

Kitabın son bölümü olan 8. Bölüm “Adaptasyon Yeniden Düşünüldü” adını taşıyor. Bu bölüm, toplulukların çevrelerine uyum süreçlerini yeniden değerlendiriyor ve kültürel uygulamaların her zaman adaptif olmadığını öne sürüyor. Yazar, bazı toplumların sağlıksız uyumlu inanç ve pratikler geliştirdiğini ve bunun hayatta kalmalarını tehdit edebileceğini belirtiyor. Çeşitli tarihsel örneklerle, toplumların çevresel değişimlere ve ekolojik zorluklara karşı farklı uyum stratejileri geliştirdiği, ancak her zaman başarılı olamadıkları gösteriliyor. Ayrıca, karar alma süreçlerinin rasyonellikten sapabileceği ve insanların bazen tehlikeleri yanlış değerlendirdiği vurgulanıyor; bu durum, hem geleneksel hem de modern toplumlarda gözlemlenebiliyor.

***************

Böylece kitap hakkında giriş niteliğinde ilk değerlendirmemizi yapmış olduk. Modern toplumlara kıyasla ilkel toplumların uyumlu, mutlu ve sağlıklı yaşadıkları mitini sorgulayan bu kitaptan çok şey öğrendim. Daha önce sorgulamadığım yada farkına varmadığım şeyleri görmüş oldum. Babalıkla ilgili konuda hala kafamda soru işareti olsa da bir çok konuya daha dikkatli bakmamı sağlayacak bir perspektif edindim. 

Edgerton, bazı toplumlarda görülen kültürel pratiklerin her zaman bireylerin ya da toplumun genel refahını artırmadığını; aksine bazı uygulamaların bireysel ve toplumsal sağlığı tehdit ettiğini gösteriyor. Kitabı okuduğum süre boyunca içinde yaşadığım toplumu da burada anlatılanlara göre değerlendirmekten kendimi alamadım. Belki Türkiye ilkel toplum statüsünde değil ama maalesef bu toplumda yaşayan insanların büyük bir çoğunluğunun zihinsel yapısının hiç de gelişmiş devletler statüsünde olmadığının da farkındayım. Yani bizim ülkemizin arada kalmış bir ülke olduğunu düşünüyorum.

Şimdi ayrıntılarına girme vakti. Bundan sonraki yazılarda bölüm bölüm gideceğim. Altını çizdiğim, not aldığım yerleri aktarmaya çalışacağım.

Marind-anim kabilesi ritüelleri ve gelenekleri
Marind-anim kabilesi ritüelleri ve gelenekleri

Comments


bottom of page